Yerelden Seçime Adaletten Barışa

İlknur Üstün’ün yerel yönetimleri kadınlar açısından değerlendirdiği, bianet’te yayımlanan yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.

Yerelden Yerel Seçime, Adaletten Barışa

“Şehri denizden ayıran otobanın bir kadın sorunu olduğunu görmek için kadınların kullanabildikleri kaç adet ortak kamusal mekân olduğunu bilmek gerekir. Birkaç mekândan biri sahilken, o da kadınların elinden alınmıştır.”

Yerel seçimler geldi dayandı kapıya. Ne adayların tümü belli, ne yerele dair ne yapılacağı. Kadınların, ayrımcılığa uğrayanların, kenarda dışarda kalmışla­rın ise lafı bile edilmiyor. Üstelik hak, hukuk, eşit­lik özgürlük yolundaki bazı çevrelerde bu konuda konuşmak biraz yersiz karşılanıyor; “memleketin içinde bulunduğu şu siyasi ortamda, yerele gelene kadar…” Bu sert siyasi iklimin yerel ile ve yerelde yaşayanla ilişkisini kurmaya, daha yakından bakma­ya her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Demokrasiden, eşitlik, özgürlük, adalet ve barıştan söz ettiğimizde çoklukla yüksek siyasetin koridorla­rında geziniriz. Elbette! Ancak barış, adaletle, eşit­likle, özgürlükle alakalıdır, başka bir dünya hayalini, başka bir yaşam kurmayı anlatır. Dolayısıyla yaşadı­ğımız yerlere, oradaki yapıp etmelerimize bakmayı gerektirir. Çünkü gündelik hayatımız yaşadığımız yerlerde kurulur, oradaki bütün yapıp etmelerimiz de hayatın bütününü kurar.

Öyleyse barıştan, adaletten, eşitlik ve özgürlükten, bunların inşasından söz etmek, yaşadığımız yerlere, gündelik hayata bakmak demektir. Günlük hayata, yaşanan yere biraz yakından bakınca da doğallaşmış, normalleşmiş, gündelik yaşama sızmış birçok dışla­ma mekanizması görürüz. Bu denli çeşitli ve farklı yüzleri olan şiddet ve ayrımcılık biçimlerinin varlı­ğında adaletten, eşitlik ve özgürlükten söz edilemez.

Şiddet ve ayrımcılık yerelde mekânların düzenlen­mesinden şehir planlamasına, belediye meclislerinin oluşturulmasına, yerel siyasetin ilişkilenme biçimle­rine sirayet eden dışlama mekanizmalarıyla daimileşir. Çoğu kez alışılmış, kanıksanmış ve önemsiz görünen mekanizmalar ile kimlerin, nerede, nasıl yaşadığını dikkate almayarak, görmeyerek, bilmeye­rek ya da bile isteye yok sayarak, hatta yok etmeye çalışarak hayatımıza müdahale eder.

Nasıl olduğuna yakından bakalım.

Hepimiz biliyoruz ki kadınlar ve erkekler haya­tı aynı yerde aynı biçimde yaşamazlar. Aynı evde, mahallede, köyde, şehirde birbirinden farklı koşul­lar içindedirler. Deneyimleri, sorunları, ihtiyaçları, beklentileri farklıdır. Bu nedenle yerel politika ve uygulamalardan farklı etkilenirler. Sokağın çöpü, çamuru, karanlığı, kreşin, semt pazarının, sığınmaevinin varlığı/yokluğu, aşiretin baskısı da yok­sulluk, savaş da kadınları ve erkekleri farklı etkiler. Çamur kadın için daha çok yıkanacak ayakkabı, pantolon paçası, sürekli yer paspaslamak, iş yükü demek iken, erkek için daha çok iş yerine, şehrin merkezine çamurlu ayakkabılarla gitmenin utancı anlamına gelebiliyor (1).

Karanlık sokaklar, kadınların güvenliği için daha büyük bir tehdit oluşturup yaşam alanının daral­ması anlamına gelebilir. İzmir, Antalya gibi büyük sahil kentlerinde denizi, Ankarada şehrin merkezi­ni görmemiş pek çok kadın yaşıyor. Sorduğunuz­da adını yoksulluk koymuşlar. Yoksulluğun kenti kullanma hakkını elinden aldığı kadınlarla aynı evde yaşayan erkekler, cebindeki üç kuruşla otobü­se binip şehrin değişik yerlerine gidebilirler. Aynı hane içinde paranın tasarruf şekli dahi yoksulluğun düzeyini ve paylaşılmasını farklılaştırır. Bu neden­le belediye yöneticilerinin “halka, herkese hizmet” olarak sunduğu şeyler söylendiği gibi “herkese” yö­nelik olmaz. Mahalleye halı saha açarsa mahallenin genç erkeklerine, kreş açarsa çocuk bakımından vazifeli personel kılınmış kadınlara hizmet sunmuş olur öncelikle.

Kadınlar da aynı biçimde yaşamazlar, birbirlerinden farklıdırlar.

Dini, dili, etnik kimliği, cinsel kimliği farklı, genç, yaşlı, engelli, yoksul, çocuklu, yalnız kadınların farklı sorunları ve farklı ihtiyaçları vardır. Bu neden­le, tek tip kadınlık algısı ya da yaklaşımı -orta sınıf beyaz eğitimli, Türk, Müslüman, yoksul, eğitimsiz Doğulu, gecekondulu- ile yapılan şeyler “bütün kadınlar için” olamayacaktır (2). Bu farklılıkları gör­meyen politika ve uygulamalar sadece eksik değil, sorunludur. Şiddet ve ayrımcılığı yeniden ve başka biçimlerde üretmekle kalmaz, kadının insan hakları ihlallerinin yaygın ve sistematik hale gelmesine yol açar. Nitekim memleket bunun örnekleriyle dolu.

Denizlinin göç alan dış mahallelerinden birinde çe­şitli kurum ve örgütlerin işbirliği ile kadınlara meme kanseri konusunda konferans verilir. Mahallede bir bina ayarlanır, kapı kapı dolaşıp el ilanları dağıtılır, mahalleye giden dolmuşların arkasına duyuru afişle­ri asılır, üniversiteden bir hoca getirilir, salon tıklım tıklım dolar ve hoca çok aydınlatıcı, şahane bir su­num yapar. Her şey bittiğinde öğrenilir ki salondaki kadınların çoğu Türkçe bilmemektedir. Mahallede Kürt kadınların olduğu ve bazılarının sadece Kürtçe bildiği hiç hesaba katılmamıştır.

Kamu binalarında, belediyenin hizmetlerinde en­gelli kadınları görmek neredeyse imkânsızdır. Karga tulumba taşınarak bir yerleri aşabilen erkek engel­lilerden de farklı olarak “herkese” açık etkinliklerin yasaklıları gibidirler. Seçim izlemesi yapılan birçok şehirde aynı manzaralar ile karşılaşırsınız: evinden çıkamayan, oy kullanamadan dönen engelli kadınlar. Ortak toplumsal fırsatlardan yararlanmak için kadın­lar birçok engeli aşmak zorundadır. Çeşitli yerlerde örgütlenmiş engelli kadınlar bir araya gelip hem tanı­şıp hem tartışacakları bir kamp yapmak istediklerin­de engellilere uygun odaları olan bir otel bulmaları zulüm olmuştu. Belediyeler engellilere uygun düzenleme yapma zorunluluğu için tanınan süreye rağmen bir şey yapmamakta, merkezi siyaset de bunu destek­lercesine süreyi uzattıkça uzatmaktadır. Sonuç olarak engelli kadınlar ihmali katlayarak yaşarlar.

Trans bireyler ise bütün bu farklılıklar içinde gö­rülmemenin, yok sayılmanın ötesinde erk sahibinin kendine uymayanı, uyduramadığını dışlamasının hatta yok etmesinin örnekleri gibiler. Daha çok, geçmişte Ülker sokak örneğinde, Ankara Eryamanda olduğu gibi, ülkenin çeşitli şehirlerinden gelen sal­dırı, cinayet haberleri ile görünüyorlar.

Dolayısıyla “herkes”, “insanlar”, “halk” gibi bir belir­sizliğin içinde kimlerin olduğunu, nasıl yaşadıklarını, nelerden nasıl etkilendiklerini bilmek, buna göre hareket etmek gerekir ki gerçekten “herkes” içerilebilsin. Atılan her adımın kimler için nasıl sonuçlar yarattığına bakarak, her farklılığı hesaba katarak… Tabii sorunlar ve ihtiyaçlar farklılaşınca çözümler de farklılaşmak zorundadır. Bugün ülkede giderek keskinleşen kamplaşmanın, sert politik gündemin tüm bunları dışlayan yaklaşımdan bağımsız olmadığına aşağıda değineceğim.

Bir deniz şehri olan Samsunda deniz sanki şehirden uzaklaştırılmıştır. Karşıdan karşıya geçmenin son de­rece zor olduğu büyük caddelerle kesilmiş, daraltıl­mış insan mekânlarının arkasında kalır. Sahilde uzun yürüyüşler yapmak, istediğin yerden şehrin içine doğru ilerleyebileceğin geçişler bulmak zordur. Sanki şehir arabalara göre düzenlenmiştir. Sorunca da “her­kesin arabası var” derler zaten. Öte yandan belediye, ürünlerini satıp para kazansınlar diye bir pazar yeri yapmış kadınlara. Ama pazara ancak üç araç değiştirerek ulaşılabiliyor olması zaten yoksullukla baş et­meye çalışan kadınların gitmelerini engellemeye yet­miş. Belli ki arabaları yok! Otobüse verecek paraları da. Belediyenin ise bunu görecek gözü yok!

Trabzonda durum farklı değildir. Şehri denizden ayıran otobanın bir kadın sorunu olduğunu gör­mek için kadınların kullanabildikleri kaç adet ortak kamusal mekân olduğunu bilmek gerekir. Birkaç mekândan biri sahilken, o da kadınların elinden alınmıştır. Çocuğunu, yaşlısını, engellisini alıp de­niz kenarına inen, çekirdek çitleyip iki laflayıp evine dönen kadınları daha aza, daha dara mahkûm etmiş şehrin yeni düzeni. Sahildeki balıkçı barınakları er­kekleri ağırlamaya devam ediyor. Kadın örgütleri uğraşadursun, ne valilik ne belediyenin derdi kadın­ların sokakları kullanması.

Kadınlar için yapılan her şey kadınların hayrına olmadığı gibi cinsiyet eşitliğine de hizmet etmiyor.

Kadınlar deyince el işi, ev işi kurslarından öteye geçmeyen, eşitlik değil de sadece eş anlayan yerel yönetim örneği, yaygın olan. Nitekim memleket kadınlara istihdam hayalli beceri kursları çöplüğü­ne dönmüş durumda. Bu beceriler, geleneksel kadınlık rollerinin devamına hizmet ettiği gibi, ge­nellikle paraya dönüşebilecek piyasa olanaklarından da mahrum etme özelliğine sahiptir. Bunun aksini yapabilmek mümkünken ve böylece eşitlik hedefi­ne adım atmayı sağlayabilecekken üstelik. Şükür ki memlekette az sayıda da olsa en azından örnek olabilecek farklı uygulamalar da var. Bağlar beledi­yesinin 120 kadına ehliyet kursu verip belediyede otobüs şoförü olarak istihdam etmesi tam da bu ya­pabilirliğin örneği. Cinsiyet rollerini dönüştürecek, bir alanı yalnızca erkeklerin olmaktan çıkaracak bu uygulamayı engellemek için ellerinden geleni yapan erkeklere rağmen.

Diyarbakır Bağlarda belediyenin, pazar yerini kadın pazarcılara tahsil etmesi, birbirinden farklı kadınla­rın bir arada çalışmasına olanak sağlaması ise sadece cinsiyet eşitliğine hizmet etmekle sınırlı kalmıyor. Ya da BDP belediyelerinin bazılarında belediye baş­kanlarının sekreterlerini erkek, belediye birimlerinin müdürünü kadın yapmaları gibi (3).

Kadınlar adına, kadınları dahil etmeden ama “ka­dınlar için” yapılanlar ise kadınların hayatlarına do­kunan, dönüştüren sonuçlar yaratmadığı gibi eşitlik, özgürlük, umudu da taşımıyor. Bu nedenle, ne ya­pıldığı kadar hangi yöntemlerle, nasıl, kimlerle bir­likte yapıldığı da önemlidir.

Bir zamanlar Antalyada kadın örgütlerinin uzun mücadeleleri sonucu sığınmaevi açılması sağlanmış, ancak açılış yerel idarenin kendi bildiği gibi, üzerine tabela asılıp davul zurnayla yapılınca kadınlar şaşırıp kalmıştı. Gizlilik ilkesini anlatıp, sığınmaevinin ye­rini değiştirtmek için de bir o kadar mücadele etmek zorunda kalmışlardı. Yerel idarenin kadın örgütleri­ni dışarda bırakan, tabela yapılarla vitrin oluşturma ya da mış gibi yapma gayretlerinin bedelini kadın­lar hayatlarıyla ödüyorlar.

Devletin 14 ilde kurduğu Şiddet Önleme ve İzle­me Merkezinin Urfada kadınların gitmesinin pek de mümkün olmadığı sanayi bölgesinde, yine Ankarada benzer biçimde ulaşımın pek de kolay olmadığı, erkeklerin iş alanı bir bölgede açılması kadınları, koşullarını, yerin niteliğini ne kadar bilip hesaba kattıkları ve yaptıkları işle ilişkilendirdiklerine dair önemli bir gösterge (4). Önlemek istedikleri şiddet mi, kadınların bu merkezlere gitmeleri mi?

Kadınlar söz konusu olunca “kaynak yokluğu”, hep bir engeldir. Oysa cinsiyet eşitliği yaklaşımı bütçeden, kaynakların dağılımından başlar (5).

Cinsiyet eşitliği, sadece kadınlara yönelik alt baş­lık oluşturmak değildir. Hizmetten de ibaret değil­dir. Yerel yönetimin tüm politika ve uygulamalarını cinsiyet eşitliği perspektifinden ele almak, hayata geçirmek, bütçeyi buna göre oluşturmak, kaynak­ları buna göre dağıtmaktır. Bir yanıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir kategoriye indirgenmesinden kurtarmaktır.

Kaynak da paradan ibaret değildir. Üstelik yapmak isteyince çok “basit” uygulamalar önemli dönüşüm­ler sağlar ve mali kaynaktan çok, hesaba katan yaklaşımı gerektirir. Kanadada belli bir saatten sonra kadınların iki durak arasında evlerine yakın yerlerde inmelerini sağlayan düzenleme kadınların güvenli­ğini sağladığı gibi evin dışında kullandıkları zaman dilimini de genişletmiştir. İngilterede kadına yöne­lik şiddetin kent güvenliği kapsamına alınması da kaynaklara değil, cinsiyet eşitliği politikalarının var­lığına işaret eder.

Bu anlamda Küçük Dikili Belediyesi eski başkanı Leyla Güvenin, belediyenin personel sözleşmesine kadına yönelik şiddet uygulayan personele yaptırım getiren uygulaması önemli örneklerdendir. Sonra­sında birçok belediyeye yaygınlaştırılmıştır.

Niyet ve irade olunca yapılabileceklerin sınırı da bir hayli genişliyor. Dersim Belediyesi eski başkanı Songül Erol Abdil belediyede, kadına yönelik şid­det konusunda tespit yapması ve başvuru alması için psikolog ve sosyologları görevlendirir. Ancak evlere kadar gittikleri halde elleri boş dönerler. Bu yolla evden birinin şikâyetinin öğrenileceği kaygısının kadınları konuşmaktan alıkoyduğunu öğrenen be­lediye, elektrik sayaçlarını okuyan görevlileri kadın memurlardan seçer. Başvurular artar. Kimse elektrik sayacı okuyan belediye görevlilerine evdeki şiddetin anlatıldığını bilmez.

“Niye, bedava değil?”

Batmanda Salı günleri kadınlara otobüs de sinema da ücretsiz. Kadın intiharlarıyla aklımıza kazınan kentin sokakları Salı günleri kadınlardan geçilmiyor. İşini, gücünü, hastanesini, gezmesini Salı gününe programlamış kadınlar. Her Salı sabah örgüsüyle bi­nip en arka koltuğa yerleşen, bir yandan örgüsünü örerken diğer yandan bütün gün otobüsle şehri do­laşan teyzenin “sen inmeyecek misin, teyze?” diyen şoföre yanıtı yukarıdaki gibidir. Bir uygulama sade­ce kadınların kenti kullanma hakkını hayata geçirip kadınların hayatını etkilemez, kentin hayatını da etkiler, değiştirir.

İstanbulda, Ankarada, Mersinde kadınlar, kentsel dönüşüm projelerinin “kendileri için en iyi koşul­larda yaşam” anlatılarıyla sürüldükleri kent dışın­daki apartmanlardan, harcanacak paranın, zama­nın yokluğuyla mahkûm edildikleri hapishaneler olarak söz ediyorlar. İşlerinden, uğraşlarından, yıl­larca dişleriyle tırnaklarıyla açtıkları yaşam alanla­rından koparılmanın öfkesini taşıyorlar. Çocuğunu bırakabilecek, hastasını emanet edebilecek dayanış­ma ağlarından da mahrum kalmanın çaresizliğiyle. Deprem sonrası Vanda yapılan toplu konutlara yerleştirilen ailelerde kadınların benzer hikâyelerini oradaki kadın örgütlerinden duyuyoruz. Bakalım Diyarbakır Surda kentsel dönüşüm nasıl yaşana­cak, kadınlar nasıl etkilenecek?

Sorunlar ve ihtiyaçlar hep aynı kalmaz, zamanla değişir, farklılaşır.

Politika ve uygulamalar da buna göre olmak zorun­dadır. Bir zamanlar çok ihtiyaç duydukları ve bu nedenle bazı belediyelerin açtığı çamaşırhaneler ve tandır evlerinin yerine şimdi çok amaçlı kadın mer­kezleri, sinema salonları istiyor kadınlar. Bismilde gidebilecekleri, eğitim alabilecekleri, film izleyebile­cekleri bir yer isteyince, belediye de dört katlı bir bina yapmaya başlamış bunun için kadınlara.

Yaşadığımız yerlere bakmak, aynı zamanda kategori dışında kalanları görmek demektir.

Kategorilerin, içermediğini görünmez kılan gücü­nü kırmak, kategoriler üzerinden baktığımız hayata dışarda bıraktıklarımızla bakmaktır. Nevşehirde ça­lışma yürütene kadar orada en büyük kadın sorununun depresyon olduğunu bilmiyorduk. Turizmin gelişmesi, yabancıların akınıyla şehirde ekonomi canlanıp kentte yaşayan bir kesimin yaşam alanını genişletip kalkındırmış. Ancak kadınları dışlayıp ev­lerine kapatmış, yaşam alanlarını daraltmış. Şehrin merkezi dışındaki bu yerleşim yerlerindeki kadınlar katmerleşmiş sorunlarıyla boğuşmaya devam ediyor. Meselenin tek ilgilisi kadın örgütleri.

Ezberler ile konuşamayız. Karadenizde karanlık so­kakların kadınların güvenliğini tehdit ettiği söyler­seniz ihtimal ki size müstehzi bir gülümsemeyle sa­bahın kör karanlığında beli silahlı bağa bahçeye inen kadınları anlatırlar. Ancak resmin bir diğer yüzü de vardır: Sarp sınır kapısının açılıp kapanmasıyla aza­lıp artan ensest. Ezberler, şiddet ve ayrımcılığın yere göre değişen, belirlenen çeşitliğine körleştireceği gibi görünmez kılınanların hayatlarını gözden çıkarmaya yol açar.

Birkaç yıl önce Urfada erkeklerin parayla aldıkları, kuma getirdikleri Suriyeli kadınların giderek artması, kadınlar ve kadın örgütlerinden başka kimsenin derdi olmamıştı. Bir süre sonra erkeklerin bitirdi­ği bazı ilişkiler sonucu ülkesine, evine dönemeyen, resmi hiçbir bağı olmadığı için bu ülkede bir statü de edinemeyen kadınlar, çok boyutlu sorunun çare­sizleri oldu, insan hakları örgütlerinin de dikkatini çektiler. Şimdilerde çeşitli şehirlerde artan Suriyeli nüfusla ilgili her şey konuşuluyor, ama son günlerde küçük yaştaki Suriyeli kız çocukların fuhuşta kulla­nıldığına dair haberler karşında ne yapılabileceğini yereldeki kadın örgütleri konuşuyor. Batmanda yar­gıya taşınan vaka gizlilik ibaresi taşıyor.

Tanımlanmış, belirlenmiş alanlara sıkışarak çözüm­ler üretmeye kalkmanın, sorunu, sorunun sahiplerini de görmeyi engellediğini söylemiştik. Buna bir de, “kim için, neyin, nasıl olması gerektiğini, en doğrusunu biz biliriz” yaklaşımı eklendiğinde artık sadece çözümsüzlük değil, şiddet ve ayrımcılığın ye­niden üretimi söz konusu oluyor.

Göçle gelen kadınların yoksulluğunu çözmek için yürütülen beceri kursları, istihdam projelerinden geçilmiyor yerel yönetimlerde. Ama birçok dışlama mekanizmasıyla birlikte işleyen yoksulluğun çözümü için gereken içerme politikalarını görmek müm­kün değil. Geldikleri yerin yabancısı, birkaç metre kareye mahkûm edilmiş kadınları oralı yapacak bir çalışma da. Hal böyle olunca bütün çabalar sonuç­suz kalıyor. Adanada bir dönem “kirli göç”e karşı yürütülen, “adabı muaşeret projesi” ise bu içerme politikalarına uzaklığın ifadesi.

Yine kent merkezine gelemediği için kendisine gidi­len, eğitilmesi ve aydınlatılması gerektiğine inanılan kentin çeperlerine kurulmuş mahallelerdeki kadınlar için düzenlenen kurslar da en sık karşılaşılan çalış­malardan. Ne istedikleri sorulmayan, niye kent mer­kezine gelemedikleri sorgulanmayan, kendileri için bile doğru karar verebileceklerine hiç güvenilmeyen bu kadınlarla kurulan tek taraflı ilişki bir yanıyla gücü elinde tutanın yönettiği demokrasi anlayışı­nın birçok örneğinden biri. Böylelikle bu kadınların kent merkezine gelmesini engelleyen ulaşım sorunu da bu kurslarla kadınların hayatlarını ne kadar ilişkilendirdiği de gerçekte neye ihtiyaç duydukları da göz ardı edilir.

Belli ki meselelere farklı perspektiflerden çok boyut­lu bakmak gerekiyor. Bu da meselenin sahiplerini sürece dahil etmekle, katmakla mümkün. Merkez/ siyasi otorite, biçtiği elbiseyi uysa da uymasa da giydirmeye çalışırken “belli bir yurttaşa” yönelir. Katmak derken de, politika oluşturma, karar ver­me, uygulama, denetleme süreçlerinin hepsinde yer almaktan söz ediyoruz. Örneğin bazı yerel yöneticilerin kadın örgütlerinin katılımını sağlamak­tan anladıkları gibi değil: “Ne zaman araba isteseler verdik, yer isteseler gösterdik.” Katılım, talep eden edilen ilişkisi değildir. Ya da merkezi siyasetin çok­ça yaptığı, yerel kamu idaresinin de kopyaladığı gibi yapılmış işin duyurulması için toplantı yapıp kadın örgütlerini davet ederek icabetçi kılmak değil. Belli bir yerde ve alanda temsil edilmek de değil.

İzmirde belediye, düzenlediği etkinliğe “otobüs yol­ladığı halde” gelmeyen kadınlara çok öfkelendi. Ki­misinin evde, kimisinin okuldan gelecek çocukları bırakacak yerleri olmadığı için etkinliğe katılamayan kadınlar ise daha da öfkeliydi belediyeye. Ne kreş, ne etüd merkezi, ne de etkinliklerde kadınların ço­cukları için özel bir düzenleme var. Sadece otobüs yetmiyor. Gerçek muhataplık ilişkisi kurulmaması, onlar adına eylenenleri de geçersizleştiriyor.

Nilüfer Belediyesinin mahalleli ile yürüttüğü çalış­malar sonucu oluşturduğu mahalle komiteleri katılımcı belediyeciliğin iyi örneklerinden. Belediyenin politika ve uygulamalarında, yüzde 50 kadın kotası olan bu komiteleri ve yürütmesini görebiliyoruz. Tek bir örnekle sınırlı kalmayan uygulamaların tarihi de yeni değil. Bursa Gölyazı Köyü de bir başka örnek. Bir zamanlar kerevit ihraç ederek geçinen ve yaşam standardı hiç de fena olmayan köy halkı, bölgeye ya­pılan fabrikanın etkisiyle mi bilinmez, gölün kirlen­mesi ile kerevitten de geçim kaynağından da olmuş. Giderek yoksullaşan köyün ilk isyancıları kadınlar. Birilerine göre belediyeyi basmışlar, birilerine göre ziyaret etmişler. Uzatmayalım, çok eski olmayan o zamanlarda erkekler mekân edindiği için kadınların geçmekten bile imtina ettikleri köy meydanındaki belediye binasında şimdi Gölyazı Köyü kadınları örgütlü mücadelelerini kurdukları dernek ile sürdürüyor. Belediye ile yapılan işbirliği ile cennet parçası köylerinde turizm yapmaya çalışıyorlar.

Batmanda demokratik katılımcı belediyecilik çabası, belediyedeki kadınların çalışmaları sonucu oluşan so­kak temsilciliklerinden, köylere uzanan yollar açmış.

Şikefta Köyü kadınlarının kendi aralarında seçtikleri bir temsilcinin bugün belediye meclisindeki varlığı bu çabaların sonucu. En küçük yerleşim, yaşam bi­rimlerini hesaba katmanın da bir başka örneği.

Bir dönem Adanada 12 mahallede oluşturulan ma­halle komitelerinin yarattığı güçle belediyeye mü­dahaleleri katılmak istemenin, kendi hayatına sahip çıkma, belirleme isteğinin somut sonuçlarından. Katılımın da.

Kadın meclisleri, stratejik planların birlikte yazılma­sı ve bunun gibi birçok yöntemle katılım kanallarını oluşturma çabasında olan yerel yönetim örneğinden söz etmek mümkün. Umut veren, olabilirliği gös­teren de bu örneklerin varlığı. Ancak sınırlı sayıda örnek ya da politik olarak içerlenmemiş, bütünlüklü olmayan uygulamalar adaletin tesisinde zayıf bir ışık olarak kalmaya mahkûm oluyor. Dolayısıyla “katı­lımcı yerel yönetimiz” demek yetmez. Mekanizmala­rını kurmak, “herkes” içindeki farklılıkları görmek, kaynaklarını buna göre dağıtmak, kadrolarını buna göre oluşturmak yani bütün politika ve uygulamala­rını toplumsal cinsiyet eşitliği açısından ele almak, düzenlemek gerekir. Örneğin eşcinselleri dışarda bı­rakmak “sadece” eşcinselleri dışlamak değildir, ada­leti dışlamaktır.

Yerelle, genel/makro/yüksek siyaset arasında iliş­kinin kurul(a)maması mevcut politikaların haya­tımızdan uzaklığının da bir göstergesi. Yereli konu edinmek için yapılan toplantı, konferans, panellerde bile yerele dair bir çift laf duyulamıyor neredeyse. Geçtik onu, yerel seçimler olacak ama daha yerel bir şey göremedik. Bu arada unutulmamalı ki yerel ol­mak yerele hapsedilmiş bir şey olmak değildir. Yerel anlamıyla, örneği ile sınırlarını aşar ve paylaşılabilir. Tekrar etmekte beis görmediğim bir örnek, bir dönem Mardin Mazıdağı ile İzmir Seyrekin kadın belediye başkanlarının Seyrek ve Mazıdağı halkını Mazıdağında buluşturup bir annenin asker oğlunu ziyaret etmeleridir. Bu buluşmanın yarattığı etkiyi, toplumsal barışın adımlarını oluşturan hakiki do­kunmalarda görmek gerek.

Kadınlara Karşı Savaş Sürerken, Barış Mümkün mü?

En başta dediğimiz gibi, cinsiyet eşitlikçi bir yerel yönetim, barışın toplumsallaşmasının da koşuludur.

Bir süredir silahlı çatışmaların olmaması, cenazele­rin gelmemesi hepimize derin bir nefes aldırdı. Fa­kat kadın cenazelerini kaldırmaya devam ediyoruz. Barış, sadece tarafların müzakeresi, ittifakı değil, şiddetin durmasıdır. Şiddetin durmadığı barış, kadınların barışı olamaz. Daha azına razı olunamaz. Yukarda yok saymanın, görmezden gelmenin, hesa­ba katmamanın, mış gibi yapmanın, kendine uy­durmanın gündelik hayat örneklerinden küçük bir kesitine bile bakarak sormak lazım: kadınlarla barış­madan, gerçek bir barıştan söz edilebilir mi? Adalet sağlanmadan, bu mümkün mü?

Ülkenin büyük fotoğrafında çok büyük başlıklar altında, cinsiyet eşitliği istatistiklerinde yer alan ka­dınların eğitimde, sağlıkta, istihdamda, siyasetteki çok düşük, uğradıkları şiddette çok büyük, her geçen gün artan cinayetlerde korkunç oranlarının yaşadığı­mız yer ve gündelik hayatla kurulan ilişkisi, sayılara indirgenen kadın hayatlarını ve koşullarını da tek tek görmeyi, temellerinde yatan güç ilişkilerini göster­meyi kolaylaştırıyor. Yani toplumsal ilişkiler içinde kurulan kadınlık ve erkekliğin aynı zamanda nasıl iktidar ilişkileri olduğunu gözler önüne seriyor. Çö­züm yollarına, mücadele alanlarına açıklık getiriyor. Ama hala “yasada engel mi var, çalışsınlar, siyasete de girsinler” diyenleri bir nebze olsun susturmuyor. Eşitlik ve özgürlük talebi, yasanın çizdiği sınırlarla karşılanmaz. Bazen yasayla karşı karşıya da kalır. İşte o zaman sınırları ihlal etmeyi gerektirir. Evet, hayatın organizasyonunda dışarda bırakılan kadınların top­lumsal ve siyasal hayata katılmalarının önünde engel­ler var. Yani yasada da sokakta da engel var!

Yerelle merkez arasındaki ilişki, güç odaklarının pay­laşım ve gücün sürdürülmesine dayanan bağ oldu­ğunda hayatı biçimleyen, yaşanan yeri düzenleyenin demokratik unsurlar olması da beklenemez. Ülke­nin politik gündemini kaplayan yolsuzluk haberleri, her gün her gün rant paylaşımının, suç ortaklıkla­rının, güç savaşlarının belgelerini boca ediyor üstü­müze. Başbakandan bakanlara, valilerden savcılara, yerel yöneticilerden emniyet amirlerine. içinde yok, yok. Güç sahibi erkeklerin paylaşım ittifakı tablosu. Bu tablo, bunun yerel güç dinamiklerinden bağımsız olmadığını da gösteriyor. Valiyle belediye başkanı, işadamıyla, savcının, emniyet amiri ile bir diğerinin ilişkisine de yön veren paylaşımlar, suç ortaklıkları. Biz bu güç ittifakını, sonuçlarını, güç­ten yoksun olanların, mülksüzlerin, kadınların hayatından biliyoruz; kentsel dönüşüm projelerinden nemalananlar tarafından sadece şehrin değil hayatın dışına atılmalar, bütün kentlere pıtrak gibi dikilen AVM fırsatçıları tarafından yok edilen parklardan yoksun bırakılmalar (7)… Kadınlara, kız çocuklarına toplu tecavüz davalarında esnaf, alt düzey üst düzey memur, asker, polis, yerel yönetici, işadamı tecavüzcü, onları beraat ettiren hakim, savcı, psikolojik ha­sar bulmayan adli tıpçı arasındaki ittifak, bu tablo­nun dışında sayılabilir mi? Kız öğrencileri taciz ettiği için yapılan tüm şikayetlere rağmen yerinden oyna­tılmayan parti MYK üyesi bu ittifakın parçası değil midir? Şiddet nedeniyle devletin çeşitli kurumlarına sığınan kadını, her seferinde şehrin ileri gelenlerin­den olan kocasına teslim eden valiliği, jandarması, emniyeti, adliyesi bu ittifakın parçası değil mi?

Bu durumda gücün sahipleri kentin de sahiple­ri oluyor. Yerelin yaşayanları ile kurulan ilişki de muhataplık değil, sahiplik ilişkisi. Kentin nasıl dü­zenleneceğini de kaynakların nasıl dağılacağını da belirlemek istiyorlar. Yerel yönetimlerin açmadığı sığınmaevleri, kurmadığı danışma merkezleri, ka­dınları eve mahkûm eden kent düzenlemeleri güç it­tifaklarının ortaklıklarının dışında değil. Siyasi par­tilerin il teşkilatlarının yönetimlerinde, ya da yerel yönetimlerde kadın görmemek boşuna değil. Kentle merkez arasında döşenen yollarda kadınlar yok, ol­sun da istemiyorlar.

Aynı yerde farklı hayatlar yaşadıkları halde, yerin de hayatın da biçimlenmesinde söz sahibi olmayan kadınlar, ne temsil ediliyorlar, ne katılabiliyorlar. 2950 belediye başkanından yalnızca 28i kadın (8). 83 yılda 30000 belediye başkanı seçilmiş yalnızca 82si kadın (9). Belediye meclislerinde kadın oranı yüzde dördü bulmuyor. Sonuç olarak kadınların gündelik hayatı siyasetin konusu da olmuyor. Bunun kadın­ların hayatına yansımalarını yukardaki örneklerde görmüştük.

Partilerin Kadın Karneleri

Seçimlere bir aylık bir zaman kaldı. Birçok açıdan yukardaki resmi değiştirecek bir şey var mı diye baktı­ğımızda hiç iç açıcı bir manzarayla karşılaşmıyoruz. Siyasi partilerin söyleminde, genelgesinde, progra­mında, aday listelerinde, aday gösterme yöntem ve süreçlerinde umut vadeden bir şey yok! Meclisteki partiler içinde BDP ve HDPnin aday sayısı ve aday belirleme yöntemiyle ayrı bir yerde durduğunu söy­lemek gerekiyor.

Katılımdan, hayatın biçimlenmesinde söz sahibi ol­maktan, farklılıkları gören kent düzenlemesinden, bunları dışlamanın adalet, eşitlik ve özgürlükten yoksunluk olduğundan söz ediyoruz da, seçime bir ay kalaya kadar yaşadığımız yerlerin yönetimine kimler aday öğrenemiyoruz. Adaylıklar parti yöne­timleri tarafından rehin alındı (10). Bu, antidemokratik parti süreçlerinin kendi yapılanmalarıyla sınırlı ol­mayıp, halkın iradesine tahakküm etme halidir.

Allahtan aday olmak için başvurulabiliyor ve başvuru için partilerin hangi koşulları getirdiklerini öğrenebiliyoruz. Aday adayı başvurularında birbi­rinden farklılık gösterse de partilerin önceki seçim­lere göre kadınlardan başvuru ücretini almama ya da yüzde 50 oranında uygulama yoluna gitmeleri kadın ör­gütlerinin bu konuyu yıllardır gündeme getirmeleri­nin etkisi olsa gerek. Ancak bu da türlü numaralarla çok geçerli kılınmadı. Kadınlardan başvuru ücreti alınmamasını kararlaştıran MHPnin teşkilatlarında uygulama farklılaştı, bazıları aldı. CHP, kadınlardan alınmayacak ücretin reklamını her fırsatta yaptı, ama dosya parası, eğitim parası derken adaylık pa­rasız olmaz, demiş oldu (11).

BDP ve HDP adaylık başvurusunda kadınlardan para almadı. Buna yer verdiği seçim genelgesinde HDP, eşbaşkanlık (12) ve yüzde 50 kota uygulayacağını açıkladı. DTP de eşbaşkanlık ve yüzde 40 kota uygulayacağını, 23 yerde belediye başkanlığına kadın kotası koyduğunu, kadına yönelik suç işlemişlerin adaylık başvurusu­nun kabul edilmeyeceğini açıkladı. Merkezi aday be­lirleme komisyonunda kadınların yer alması, kadın adayların belirlenmesinde kadın örgütlenmesinin etkin ve belirleyici olması ise cinsiyet eşitliği politi­kaları açısından önemli bir örnek oluşturdu.

Aday belirleme süreci her zamanki gibi birçok siyasi partide anti demokratik bir biçimde gerçekleşti; ge­nel başkan ve yakın çevresindeki kurmayların iki du­dağı arasında. Parti meclisinde isim telaffuz etmek, yerellerden görüş almak, kadın kollarının aday be­lirleme komisyonlarında yer alma koşulu getirmek, eğilim yoklamaları, hatta ön seçim sonuçları bile ya­lan oldu, yapıldıysa da sonuca yansımadı (13). Anlaşılan o ki aslında dışarıya karşı bile değil, parti içindekile­re “hesaba katılıyorsunuz” mesajıydı. Öyle olmadığı görüldü. Nitekim adaylar açıklanmaya başlayınca kızılca kıyametler koptu, istifalarla partilerden kopuldu. Parti içi demokrasinin yokluğu partiye böyle bedeller ödetebilir. Ancak memlekete maliyeti çok daha büyüktür; kendi demokratik olmayan partinin politikalarının, uygulamalarının eşitlik ve özgürlük vadetmesi mümkün müdür?

Şu ana kadar yapılan açıklamalarda belediye baş­kanlıklarında AKPnin 1394 adayından 18i ka­dın (%1.29), CHPnin 1180 adayından 51i kadın (%4.32), MHPnin 1394 adayından 36sı kadın (%2.58), BDPnin 242 yerde açıkladığı adayından 30u resmi (%12.39), 168 eşbaşkan kadın (%81.81). HDPnin 232 yerde açıkladığı adayından 50si resmi (%21.55), 119 eşbaşkan kadın (%72.84).

AKPnin kadınlar konusundaki yaklaşımının bek­lentileri epeydir eksilere çektiğini de tek adamcılığını da biliyoruz. Yerel seçimlerde sözü de yok, prog­ramı da kadın adayı da diyecek halimiz yok. Hatta, aman konuşmasınlar! Parti değil, bir Başbakan ko­nuşuyor, o da konuşunca freni patlamış kamyon gibi iniyoruz.

CHP bu süreçte ne kadar erkek bir parti olduğunu bir kez daha gösterdi. Cinsiyet eşitliğine yönelik bir beklenti varsa hala, partinin böyle bir basirete sahip olduğunu gösteren hiçbir şey yok! Her zamanki gibi parti içinde küçük kazanımlar için bile büyük mü­cadele veren kadınların yetmeyen azminden başka. Kurultayda getirdikleri kota da yalan oldu. Kadın aday koymamaya ilişkin parti merkezinde “istenen niteliklerde kadın bulunmadığı” sözlerinin edildi­ğini duymak ise artık insanın kanını donduruyor. Uzun süre açıklanmayan adayların belli olmaya baş­lamasıyla birbirinin aleyhine çalışmaları, parti içi muhalefetle bile açıklanacak boyutları aşıyor (14).

Kadın Koalisyonunun seçime yönelik olarak yaptığı siyasi parti izlemesinden de öğrendiğimiz, diğer se­çimlerden de farklı olarak bu seçimlerde partilerden bilgi edinmenin güçlüğüydü. Sanki bir tür gizli ör­güt dokümanı gibi. Bunu bilginin paylaşımı, şeffaf­lıkla ilgili sorunların varlığı biçimde değerlendirmek kadar aslında partilerin de istenen bilgilere sahip ol­madığı biçiminde yorumlamak mümkün.

Hal böyleyken partilerden gündelik hayata, yerele dair, yerel bir çift söz duymak da mümkün olmadı. Ulusal basın yayın araçlarından izlerken de yerel de­ğil de sanki genel seçim olacak gibi. Nasıl bir yerel yönetim, belediyecilik vadediyor yerelin seçimine giderken, kim için, kimlerle, hangi yöntemleri kul­lanarak, nasıl kaynaklarla, neler yapmayı planlıyor­lar hiç bilemedik. Bolca hangi “büyük” şehirlerin hangi “erkeklerle” alınacağının kavgalarını izledik. Alternatiflerini değil de havada uçuşan ehveni şer tutum alışları dinledik, okuduk. 17 Aralıkta Pandoranın Kutusu açılıp da yolsuzluk kasetleri saçı­lınca ortaya siyasetin gündemini bu doğrultuda de­ğişen dengeler tartışması aldı. Bir özgürleşme aracı olması gereken politikanın alanını daha da daral­tarak, güç, tahakküm, rant paylaşımıyla biraz daha özdeşleştirerek.

Seçimlerin hiç değişmeyen yüzü, partilerdeki ka­dınların harıl harıl yürüttüğü çalışmalar. Ülkenin neresine gitseniz mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev dolaşan partileri için seçmen örgütleyen kadınlar. Normal zamanlarda bütün gün sokakta kalamayan, seçim zamanında gece eve kendini yorgunluktan bi­tap düşmüş halde atan kadınlar. Televizyonlardan, meydanlardan “ey kadınlar, size güveniyorum, ça­lışın” diye seslenen, bu güvenin sınırlarının onları aday listelerine, belediye başkanlıklarına, meclisleri­ne, parlamentoya taşıyacak bir nitelik taşımadığını bildikleri parti başkanlarına rağmen, çok çeşitli nedenlerle canhıraş çalışmaya devam ediyorlar. Görü­nen o ki mevcut siyaseti dönüştürmenin mücadelesi kadınların siyasette varlık gösterebilmelerinin de güvencesi olacak.

Tüm bunlar olup biterken insana umut veren ise ka­dınların, ülkenin her bir yerinde gerçekleştirdikleri örgütlenmeler. Yereli dikkate alan, yerelde örgütle­nen, merkezi siyasetle bağını kuran kadınlar, kadın örgütlenmeleri. Hayatlarına, kentlerine, yaşadıkları yere sahip çıkıyorlar. Örgütlenmenin giderek daha yaygın ve daha gündeliği de içermesi ise güç ve umut veriyor; Ankara Batıkentte mahalle meclislerinde,

İstanbulda Yoğurtçu Parkı forumlarında, Trabzon Çaykarada Karaçam ve Köknar köyleri Solaklı Vadisi HES eylemlerinde… Çok çeşitli nedenlerle bir araya gelen ve sorunlarını çözmeye çalışan bu kadınların oluşturduğu örgütlenmelerin sayısı ve nite­liği memlekette genel kanı ve kalıpları yıkacak bo­yutta. Sadece kendileri için değil, herkes için daha iyi bir dünyanın imkânlarını gösteriyorlar. Farklı olanı, dışarda kalanı görünür kılarak, farklılıklarla var olabilmenin tanınmasını zorlayarak katılımın imkânlarına işaret ediyorlar. Kadın Koalisyonunun yereldeki üye örgütleri, katılım hakkı için kamunun yerel teşkilatlarını, merkezi politikaların yereldeki uygulamalarının kadınların hayatına ne yaptığını göstermek, müdahale etmek, dönüşmeye zorlamak için izliyor. Siyasi partileri izleyip, “gözümüz üzeri­nizde” diyorlar; Ankaradan, Urfadan, Muğladan, Diyarbakırdan, İstanbuldan, Trabzondan, İzmir­den, Adanadan…

Kadınlar, hayatın biçimlenmesinde söz söyleme, karar verme gücü ve yetkisi ile eşit bir biçimde var olabilmenin, bunun için ortak hayatı birlikte örgütleyebilecek alanı açmanın mücadelesini veriyorlar. Bu alanın niteliğini de çerçevesini de belirleyerek.

Herkes için eşitlik, herkes için özgürlük, herkes için barış getirecek. Üstelik onları görmeyen, gözden çı­karan, yok sayan, yok edenlere inat. (İÜ/ÇT)

* İlknur Üstünün yazısı Yerel Seçimler 2014, Amargi İnternet Özel Sayısı/ Mart 2014te yayımlandı.

Notlar

1. Sokağın temizliğini, lambasını küçümseyenlerin birkaç yereli mercek altına alması yetecektir. Urfada Fakıbabaya oy verenlerin %60ının kadın olduğu söylenince kadınlara sorulur nedeni, “ilk defa ka­pımın önü temiz” diye yanıtlarlar. Diyarbakırda belediye, sokakların temizlik işlerinde çalıştırdığı kadınları geri çekip belediyede başka işlere verir. Niyetleri temizlikle kadını özdeşleştirmiş konuma düşmemektir. Ancak bir süre sonra kent esnafı bele­diyeye gelerek kadınlar sayesinde hiç olmadığı kadar temiz olduğunu sokakların, kadınların işe geri veril­melerini söylerler.

2. Burada sözünü ettiğimiz, politika ve uygulamaların algı ile sınırlı kalmayan, sadece körlükle açıklanama­yan politik bir hedef olarak yürütülen “aynılaştırma”ya da yönelik farklı boyutlarının olduğudur.

3. BDP, “ekolojik, katılımcı, cinsiyet özgürlükçü” bir yerel yönetim anlayışının altını çizme, yaşanan yerin ihtiyaçlarını karşılamada etkin çözümler üret­me ve bunları yaygınlaştırma konusunda önemli ör­nek uygulamalara sahip. Özellikle de Kürt hareketi içinde mücadele eden kadınların gücü ve etkisiyle cinsiyet eşitliği konusunda yapılanlar. Bunlar, umut vermesi, yapılabilirliği göstermesi ve tüm belediyele­re örnek oluşturabilmesi açısından son derece önem­lidir. Ancak henüz BDPnin bütün belediyelerinde benimsenip hayata geçmiş değil. Bir modelin hayat bulmuş bütüncül yapısından çok, parça parça uygu­lamalardan söz edebiliriz.

4. Bir yıl sonra Urfada merkezin yerini sanayi böl­gesinden taşıdılar.

5. Daha geniş bir okuma için Amargi Feminist Der­gi web sitesinde, Özgün Akduranın “seçim gelmiş neyime…” başlıklı yazısı.

6. 2014 seçimlerinin ardından uygulamasını göre­ceğimiz, belediyelerin yeni yapısını belirleyen 6360 sayılı kanunla birlikte 1556 belediye kapanıyor. Böylelikle küçük yerleşim birimlerinin yönetim mekanizmaları dağıtılıyor, daha bir merkezileşiyor. Bu düzenlemenin yaratabileceği ilk sorunlardan biri yerinden değil merkezden yönetimin dışarda bıra­kılan, gözden kaçanların hepten gözden çıkarılma­sıdır. (Daha geniş bir okuma için Amargi Feminist Dergi web sitesinde, Duygu Dalgıçın “636O Sayılı

Kanun; Yerel Demokrasi mi Merkezileşme mi” yazı­sına bakılabilir.

7. Urfada şehrin merkezinde kentin sakinlerine nefes aldıran, küçük taburelerde çay içilen kır bahçesi dağı­tılmış bir sabah. AVM yapılacağı söyleniyor. Bir söy­lentiye göre bakanlardan birinin kardeşi yapacakmış.

8. 2009 seçimlerinde 26 kadın belediye başkanı se­çildi. Daha sonra erkek başkanlardan birinin ölmesi, bir diğerinin kaza geçirmesi ile boşalan koltuklara belediye meclis kararıyla kadınlar getirildi ve sayı 28e çıktı. 2si KCKden olmak üzere 3 kadın beledi­ye başkanı tutuklu. Fiilen 25 belediye başkanı kadın görevini sürdürmektedir.

9. Kadın koalisyonu web sayfasından alınmıştır. http://www.kadinkoalisyonu.org/tr/node/185

10. Kadın Koalisyonu, “2014 Yerel Seçimlere Gider­ken Siyasi Partilerin Seçim Karnelerini Açıklamaya Devam Ediyoruz” Açıklaması, 17.1.2014

11. CHPnin yerel yönetici eğitimlerine katılamadı­ğı için aday olamadığı bildiren CHPli kadınlar oldu.

12. Eşbaşkanlık, cinsiyet eşitliği, kadınların siyasette­ki varlıkları, tek adamcılığı kırması, parti içi demok­rasinin tesisi açısından çok önemli bir uygulamadır. Zamana, zihniyet değişimi gibi kocaman bir belirsize topu atmayı bırakıp, kadınlar aleyhine işleyen eşit­sizliğe müdahale etmenin, yapılabilirliğin göstergesi­dir. Yasal zemini olmadığı eleştirilerine karşılık yasal olmayan ama meşru olanın hayat bulmasına örnek oluşturması açısından da çok kıymetlidir. Yıllarca kota uygulamamayı Anayasaya aykırılıkla gerekçelendiren bazı siyasi partilere, fiili durum yaratmanın eşitsizlik gibi elzem ve derin bir sorunu çözmede önemini, irade gerektirdiğini gösteren bir örnek.

13. AKP, CHP ve MHPnin seçim genelgeleri aday belirleme koşullarını da açıklıyor. Örneğin AKP, İl Genel Meclisi üyeleri ve Belediye Meclisi üye aday­ları inceleme ve belirleme komisyonunda İl Kadın ve Gençlik Kolları Başkanlarının bulunma koşulu­nu, belirlenecek her üç üye adayından birinin kadın (Kadın Kollarının önereceği isimlere öncelik verile­rek) olmasını (birinci sırada ana kademe tarafından önerilen, ikinci sırada kadın, üçüncü sırada genç, dördüncü sırada ana kademe . şeklinde bir sırala­ma ile olmak üzere) getirmişti.

14. CHPnin birbirlerinin aleyhine çalışırlar kaygı­sıyla adaylarını açıklamadığı değerlendirmeleri için Amargi Feminist Dergi, Kış 2013, Sayı 31 “Ne Ola­cak Bu Memleketin Hali? Ne Kadınlar Ne de Onla­rın Hayatları Umurlarında”, İfakat ve Fitnat yazısına bakılabilir.

* Bu yazı, bianet‘ten alınmıştır.

Şunlar İlginizi Çekebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.