Kriz ve Kadın Çalışma Grubu, 15 Aralık 2018 tarihinde Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu (KEİG) tarafından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Kriz, Kadınlar ve Kadın Emeği’ forumundan sonra kuruldu. Forumdaki ‘sendika ve örgütlenme’ çalışma grubunda bir araya gelen kadınlar kriz döneminde cinsiyete dayalı veri toplamaya; hem ücretli hem ücretsiz çalışmanın kadınları nasıl etkilediğini araştırmaya ve özellikle sendikalarla ve sendikalı kadınlarla birlikte çalışarak krize dair kadın politikası üretmeye karar vererek; bu alandaki çalışmaların eksikliği ve elzemliği konusunda hemfikir olarak bu kolektif çalışma grubunu oluşturdular. Grupta sendikalardan, farklı mesleklerden, kadın örgütlerinden kadınlar ve bağımsız feministler yer alıyor. Grubun amaçlarından biri doğrudan alanda çalışan sendikalı kadınlarla bir araya gelerek krizi ve kriz deneyimlerini konuşmak; krizin hem ücretli hem ücretsiz emek üzerine etkilerini tartışmak; bunun üzerinden cinsiyet temelli bir kriz tahlili ve politikası yapmaktır.
Kriz ve Kadın Çalışma Grubu, 2019’un Ocak ayında gıda, tekstil, hazır giyim, deri ve metal olmak üzere üç sektörden yaklaşık 70 sendikalı kadınla yaptığı ‘kriz ve kadın emeği’ konulu toplantıların sonuç raporunu yayımladı. Raporda, kadınlarla yapılan görüşmeler doğrultusunda krizde ‘iş yerindeki değişimler’ ve ‘ev içi kadın emeği’ olmak üzere iki ana tema bulunuyor. Burada iş yerinde çalışma koşullarının giderek bozulduğu, işçilerin üzerindeki baskıların arttığı, işten atma ve/veya daralmaların olduğu bilgisiyle birlikte, kriz dönemlerinde özellikle enflasyonun artması karşısında gelirin erimesi nedeniyle kadınların ev içi karşılıksız emekleri üzerindeki yükün arttığına dikkat çekiliyor.
Krizde ücretli çalışma ve iş yeri koşullarında değişimler
Rapora göre her üç sektörde daralma ve/veya işten çıkarmalar olmakla birlikte, durum firmalar bazında değişebiliyor. Üretimin yavaşlaması durumunda vardiyaları azaltma, ücretli izin, ücretsiz izin, işten çıkarma gibi durumlar gerçekleşebiliyor. Burada en dikkat çeken eğilimlerden biri işten ‘gönüllü’ çıkarma olarak görülüyor. Özellikle kıdemli ve kadrolu işçileri bir ‘bonus’ vererek işten çıkmaya teşvik etmek kriz döneminde yaygınlaşıyor. Kadınlara göre bu, işverenlerin krizi ‘fırsata’ çevirme yöntemi. Tekstil sektöründen bir kadın işçi ‘gönüllü çıkış’ın nasıl bir baskı unsuru taşıdığını şöyle anlatıyor:
“Sürekli disiplinsizlik, performans düşüklüğü bahaneleriyle disipline etme derdi var. Bu şekilde önce baskı yapıyorlar, sonra çıkarıyorlar. Bu işten çıkarılmalar bazı arkadaşların işine de geldi. Örneğin hamile kadınlar, kredi kartı borcu olanlar vs. 20.000’i alıp öyle çıkıyor (…) Çıkarılanların yerine alınanlar asgari ücretle alınıyor.”
Burada ‘üretim yavaşlatma’ adı altında içeride izinleri birikmiş işçilere ücretli izin kullandırma da yaygın bir eğilim olarak ortaya çıkıyor. Ancak kadınlarda, ücretli izinlerin zamanla ücretsiz izne ve işten çıkarmaya evrileceği endişesi görülüyor. Çünkü iş yerlerindeki maliyet kısıcı önlemleri ve üretimin yavaşlamasını, işten atılma işareti olarak görüyorlar. Dolayısıyla bazı işyerlerinde işverenler, özellikle sözleşmeli çalışanları doğrudan işten atma, daha kıdemli ve kadrolu olanları gönüllü teşvikle işten çıkarma; işten çıkarmasa bile vardiyaları düşürme ve ücretli izne çıkarma eğilimlerinden bir ya da birkaçını bir arada gerçekleştiriyorlar.
Çalışma koşulları bozuluyor, işyeri refahı düşüyor!
Kadın işçilerin anlatımları işyerinde temel ihtiyaçların kısıldığını, gıdadan hijyen ürünlerine kadar miktarın ve kalitenin düştüğünü, bunların kısıtlı kullanımı konusunda iş yerlerinde baskının arttığını gösteriyor. Bununla birlikte işverenlerin yoğun bir şekilde sözleşmeli işçi alma eğilimi ve bu işçilerin sürekli değişmesi, bir kadın işçinin anlatımında da görüldüğü üzere, kadrolu işçiler üzerinde çalışma yükünü artırıyor:
“İşler çok arttı. Sözleşmeli çok işçi alındı, onlar gelince de ayrılmak isteyen kadrolu işçiler işten çıkarıldı. Ağır işler de arttı, onun için daha çok erkek işçi almaya başladılar. Önceden 9-5 çalışıyorduk, şimdi 9-9 çalışmaya başladık. Pazar günleri de çalışıyoruz, mesaiye kalmak istemiyor kimse, ama genelde tehditle çalışıyoruz. Yasal molamız 15 dakikaydı ama önceden 30 dakika mola yapıyorduk, şimdi çok azaldı mola süremiz. Şimdi TİS [Toplu İş Sözleşmesi] dönemindeyiz, eleman azaltma olur mu diye bekliyoruz.”
İşten atılma tehditleri, işsiz kalma endişesi
Rapora göre kriz yokken bile işsizliğin yüksek olduğu Türkiye’de, kriz döneminde çalışma koşulları daha fazla bozulurken işverenler kriz söylemini işten atma tehdidi olarak kullanıyorlar. “Kriz var” ve “küçülmeye gidiyoruz” söylemleriyle işçilerde sürekli bir işsiz kalma endişesi yaratıyorlar. İşverenler krizin daha fazla yaydığı işsizlik korkusunu kullanarak işçileri kötü koşullarda ve asgari ücretle çalışmaya daha kolay razı edebiliyor. İşsizlik verileri ortadayken, işverenlerin krizi bahane ederek özellikle kadrolu, kıdemli ve sendikalı işçileri işten atıp yerlerine asgari ücretle çalışacak sözleşmeli işçi alma eğilimleri net olarak görülüyor. Her üç sektörden işçi kadınların ortak endişesi de kriz nedeniyle işten çıkarılmak oluyor. Özellikle 31 Mart yerel seçimlerinden sonra işten atılmaların artacağını düşünüyorlar. Örneğin bir kadın işçi durumu, “Performans düşüklüğü, geç kalmışsın, şu kadar ihtarın var bir daha olursa atarız şeklinde tehditler ve baskılar var. Her şekilde tazminatsız nasıl işten çıkarırız derdindeler. Siparişler düştü, iş yok, ne yapacağız iş olmazsa diye tedirginlik var herkeste.” şeklinde ifade ediyor.
Krizde sendikalı olmak
Rapora göre her şeye rağmen işyerinde sendikalı ve örgütlü olmanın önemine kriz özelinde de dikkat çekmek gerekiyor. Buna göre örgütlü olmaktan gelen haklar krizin en azından işyerinde ‘daha az şiddetli’ hissedilmesine neden oluyor. Daha da önemlisi, kadınlar işgücü piyasasındaki cinsiyet ayrımcılığının farkında oldukları için, sendikalı olmamaları halinde ilk gözden çıkarılacaklar olduklarını biliyorlar. Örneğin metal sektöründen bir kadın durumu şöyle ifade ediyor:
“En azından örgütlü bir fabrikayız, haklarımızı koruyan. Örgütsüz bir fabrika olsaydı ne olurdu söyleyeyim. O fabrikanın yarısı giderdi. Ve kimseye de sormazlardı. Özellikle kadınları elerlerdi. Neden kadınları elerlerdi? Çünkü daha kolay gözden çıkartılabilecek bir kesim olduğumuz için. İşte çocuklarından dolayı hep sorun yaşadıkları için; çocuğu hasta baba geliyor, ama kadın gelemiyor mesela. Allahtan ki örgütlüyüz. Bize sormadan hiçbir şey yapamıyorlar. Biz krizi biraz daha bu şekilde atlatıyoruz.”
Krizde enflasyon, tüketim ve ev içi emek
Raporda, işyeri refahının bozulmasının, çalışma koşullarının kötüleşmesinin, alınan ücretlerin enflasyon karşısında erimesinin doğrudan hane refahını nasıl etkilediği yer alıyor. Buna göre hâlihazırda büyük ölçüde kadınların sorumluluğunda olan ev içi işler ve bakım emeği üzerindeki baskı artıyor ve sorumlulukları ağırlaşıyor. Bu noktada üretime yeniden üretimle birlikte bakmanın öneminin altı çiziliyor.
Rapora göre görüşülen kadınların hepsi krizden çok etkilendiklerini, kıt kanaat geçinmeye başladıklarını ve temel ihtiyaçlarında bile kısıtlamalar yaptıklarını ifade ediyorlar. Bir yıl önceki durumlarıyla şimdiyi karşılaştırdıklarında büyük bir gerileme görüyor ve yoksullaştıklarını düşünüyorlar.
Enflasyonla birlikte temel ihtiyaçlarda kısıtlamalar artıyor
Kadın işçilerin anlatımları “Eskiden pazara gider ve bir sürü poşetle gelirdim, şimdi iki poşetle geliyorum” ya da “Eskiden 100 liraya bir haftalık meyve sebze alıyordum. Şimdi pazara gidemiyorum, günlük yenilecek kadar alıyorum” gibi benzer ifadelerle, özellikle son bir sene içinde yaşadıkları yoksullaşmayı gösteriyor. Buna göre “Eskiden şöyleydi…Şimdi böyle” ifadesi gıdadan sağlığa tüm tüketim ve hizmet konularına damgasını vuran bir söylem olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar gündelik ihtiyaçları karşılama deneyimlerini anlatırken sıklıkla “günü kurtarma” ve “sadece karın doyurma odaklı yaşama” ifadelerini kullanıyorlar. Bununla birlikte temel ihtiyaçlar arasında da tercih yapma zorunluluğu ortaya çıkıyor; mutfak masrafları çok arttığı için diğer tüm ihtiyaçları karşılamak geri plana atılıyor. Kadınlar aldıkları ücretler asgari ücretin üzerinde görece iyi olmasına rağmen, son bir sene içinde krizi çok ciddi bir şekilde yaşadıklarını ve yoksullaştıklarını ifade ediyorlar. Bir örnek vermek gerekirse:
“Yıllardır çok büyük hayatlarımız olmadı, ama bu son ekonomik kriz… Gıdaya şuna buna yüzde 20 [zam] diyorlar ama bana göre enflasyon yüzde 60. Şu son bir yıldaki, aylardaki kadar her şeye bu kadar çok dikkat ettiğim bir dönem hatırlamıyorum. 48 yaşımdayım, 30 yıllık evliyim, şimdi her şeye daha fazla dikkat ediyorum. Çünkü yetiştiremiyoruz. Şimdi markete gideceğim, bir şeyler alacağım, diyorum ki şu kadar yeter ama kesinlikle o yetmiyor. Ya daha fazlasını vererek ya da birkaçını alamadan çıkıyorum. O duruma geldik.”
Her şeyden kısmak, her şeye dikkat etmek, endişeyle işsiz kalmayı beklemek!
Öte yandan çocuğu olanlar için okul masraflarını karşılamanın giderek zorlaştığı, çocukların ihtiyaçlarını yeterince karşılayamamanın kadınlar için bir duygusal yük yarattığı da görülüyor. ‘Her şeyden kısmak’ ve ‘her şeye dikkat etmek’ kadınların kriz sürecinde gündelik temel bir ‘uğraşı’ haline geliyor; fazladan bir enerji sarfı ve bazen de fedakârlık gerektiriyor. Temel ihtiyaçları bile kısacak duruma gelmek, kadınlar için sosyal yaşamın bitmesi sonucunu getiriyor. İşsiz kalma endişesi ise geleceğe dair plan yapmayı engelliyor ve kadınların ifadesiyle kimse “önünü göremiyor.”
Rapora göre, kriz, işsizlik, yoksullaşma ve işsizlik korkusu çoğu kere aile içine bir mutsuzluk ve umutsuzluk atmosferi yaratıyor. İşten atılma ihtimali aileler içinde bir endişe ve korkuya neden oluyor. Bu ise aile içi ilişkileri yıpratıyor.
Krizde ücretsiz kadın emeği üzerine yeniden düşünmek
Raporda altı sıklıkla çizilen konulardan biri, ev içi karşılıksız kadın emeğindeki değişimlerle ilgili. Buna göre temel ihtiyaçları karşılamak için sürekli maliyet hesapları ve kısıtlamalar yapmak, örneğin bir gıda maddesi için bile birkaç market dolaşıp en ucuzunu bulmaya çalışmak; ev içi tüketime sürekli dikkat etmek gibi durumlar kadınların karşılıksız ev içi emeği üzerindeki baskıyı ve basıncı artırıyor. Örneğin kadın işçilerden biri “Yetirmek için sürekli hesap yapıyoruz. Profesör olduk” diyerek krizde “kafa yorgunluğunun” arttığını ifade ediyor. Rapor, piyasadan alınan tüketim ve hizmetlerin azalmasının kaçınılmaz bir şekilde bu ihtiyaçların ev içinde her zamankinden daha fazla kadınlar tarafından karşılanmasını gerektirdiğine vurgu yapıyor. Aynı şekilde kriz döneminde çocuk bakımının da kreşlerden ziyade artık daha fazla evdeki başka kadınlar tarafından üstlenildiği görülüyor. Kadınlar krizde hayatta kalma stratejisi olarak her şeyde kısıtlama yapmanın yanı sıra, aileden daha fazla gıda desteği de istiyorlar. Buna göre bu durum, birçok açıdan kadınların aileye daha fazla dönmesi ve yönelmesi anlamına da geliyor.
8 Mart 2019
Kadınlar ve Kriz Deneyimleri Raporunun tamamına ulaşmak için tıklayın.