Duygu Durgun Uluslararası Feminist İktisat Birliği’nin (International Association for Feminist Economics, IAFFE) 2015-2016 dönemi için başkanı Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü hocalarından Prof. Dr. Şemsa Özar oldu.
Feminist iktisat, gelişme ekonomisi, zorunlu göç ve sosyal politika alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Şemsa Özar, daha önce Uluslararası Feminist İktisat Birliğinde başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştu. Şemsa Özar ile yeni görevi dolayısıyla konuştuk. ‘’Feminist İktisat’’ kavramını ve toplumsal meselelere yaklaşımda bildiğimiz genel iktisat teorileriyle nerelerde ayrıştığını, feminist iktisadın kadın sorunlarına bakışını dinledik. Özar, Türkiye’de kadın özgürleşmesinin uzun soluklu bir mücadeleden geçmekte olduğunu vurgularken; bu süreçte kadın sorunun tüm boyutlarıyla irdelemeyi reddeden egemen bakışı eleştiriyor. Özar, aynı zamanda erkek egemen yönetim anlayışıyla dikkat çeken sendikaların kadın konusundaki tutumunu da sorguluyor.
–Öncelikle sizi tanıyıp feminist hareketle tanışma hikayenizi dinleyebilir miyiz?
12 Mart darbesi döneminde lise öğrencisiydim. Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken sol gruplar içindeydim; aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesiydim. O zamanlar kadın-erkek meseleleri pek de gündemimizde değildi. Mezun olup iş hayatına başladıktan bir süre sonra 12 Eylül darbesi oldu. Pek çok arkadaşımız hapsedildi, işkence gördü. Ben de bir süre sonra Avusturya’ya doktora yapmaya gittim. Avusturya’da feminist fikirlerle tanıştım. Doktora yaptığım süre zarfında Türkiye’den hiç kopmadım. Ülkedeki gelişmeleri sürekli takip ediyordum. Türkiye’de darbeden sonraki ilk muhalif hareketlerin içinde kadın hareketinin önemli bir yeri vardı. İstanbul’a geldikçe düzenlenen kampanyalara, yürüyüşlere katılıyordum, yayınları okuyordum. 1990 yılında Türkiye’ye dönüp Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü’nde öğretim üyesi olarak işe başladım. Edindiğim feminist birikimle birlikte kadın emeği ve istihdamı üzerine çalışmaya başladım. Sonra kadın ve erkek mesleklerinde ayrışma, istihdamda kadınlara karşı ayrımcılık, boşanmış ve dul kadınların ekonomik durumu, sosyal güvenlik bağlamında kadınların durumu, zorunlu göçün kadınlar üzerindeki etkisi gibi bir çok konuda çalışmalarım oldu.
1990’larda kadın emeği hakkında çok fazla çalışma yapılmıyordu. Türkiye’de feminist hareket daha çok kadın bedeni, kimliği ve çok haklı olarak kadına karşı şiddet üzerine yoğunlaşıyordu. Feminizm aslında, kadınların iktisatla ilişkisine oldukça geç bir zamanlamayla dahil olabildi. Şimdi ise hem akademik çalışmaların niteliği ve niceliğinde artış söz konusu, hem de kadın örgütlerinin bu konudaki çalışmalarında yaygınlaşma. Örneğin, benim de kurucu üyelerinden olduğum Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG, www.keig.org) kadın emeğinin tanınması, ayrımcılığın ortadan kaldırılması, bakım emeğinin sadece kadınların sorumluluğu olmaktan çıkarılması için çalışmalar yürütüyor; politika metinleri yayınlıyor, kampanyalar düzenliyor. KEİG dışında da bu konularda faaliyet gösteren feminist örgütler var. Ancak, kadına karşı şiddet, saldırı ve savaş koşulları gibi o kadar çok acil konu çıkıyor ki karşımıza, emek meseleleri ikinci plana itilebiliyor.
–Bildiğimiz iktisattan farklı olarak feminist iktisat topluma ne öneriyor, biraz açar mısınız?
Feminizmi hala erkek düşmanlığı olarak görenler var maalesef. O nedenle, feminizmin ve de feminist iktisadın erkek düşmanlığından yola çıkmadığımı vurgulamakla başlayayım. Ayrıca, tek tip bir feminizm olmadığı gibi tek tip bir feminist iktisat da yok. Farklı metodolojilerle araştırma yapan, farklı bakış açıları olan pek çok feminist akademisyen, araştırmacı, aktivist, politika uygulayıcısı bu alanda çalışıyor. Her alanda bir fikir birliği de söz konusu değil. Örneğin ev içi emek karşılığında para ödenip ödenmemesi konusunda çok farklı düşünen feministler var. Bazıları, ev içi emeğin parasal bir karşılığı olmazsa erkek egemen toplumsal yargılar büyük çoğunlukla kadınların ürettiği hizmetlerin değerini hiç bir zaman anlamayacak derken, diğerleri eğer kadınlara “ev kadını” olmak üzerinden bir ücret ödenirse, bu rolden hiç bir zaman kurtulamazlar diyerek ev içi emek karşılığında ücret verilmesine karşı çıkıyor.
Feminist iktisat şunu yapmaya çalışıyor; kadınların, çocukların, erkeklerin, refahını artırmak ve bunu yaparken de adil ve eşitlikçi olmak. Böyle bir noktadan hareket edildiği zaman, örneğin bugün bir savaş ortamında isek, feminist iktisat savaş bütçelerine dair de bir şey söylüyor. Zira insanların refahına harcanmayan bütçe, insanların ölümüne harcanır.
Ana akım iktisat disiplini diğer sosyal bilimler içinden bakıldığında biraz kendini beğenmiş, diğer disiplinlere yukarıdan bakan bir havada. En iyi benim diyor. Feminist iktisat ise daha disiplinlerarası bir metolodoji kullanıyor. Tüm disiplinlere açılarak onlarla etkileşim içinde kurmaya çalışıyor kuramsal tabanını.
Biz feminist iktisatla uğraşanlar ana akım iktisadı takip ediyoruz ve derslerimizde de anlatıyoruz ama ana akım bizi yok sayıyor. Feminist iktisatın ilgilendiği konuları, örneğin kadın ve erkekler arasındaki ücret eşitsizliklerini ana akım da işliyor, ama bu eşitsizlikleri erkek egemen toplumun yapısal bir sorunu olarak görmek istemiyorlar. Bizim bu konudaki analizlerimize de kulakları kapalı olduğu için kendi bildikleri noktalarda ısrar ediyorlar.
Sorun tek başına eğitim sorunu değil
–Ne gibi konular bunlar?
Örneğin Türkiye’de kadın istihdamı oranı çok düşük. Ana akım bunun bir eğitim sorunu olduğunda ısrar ederken feministler olarak bizler, bunun sadece eğitim sorunu olmadığını, aynı zamanda bir bakım sorunu olduğunu da savunuyoruz. Örneğin, genellikle çalışan bir kadın çocuk doğurduktan sonra çalışma hayatına ara vermek ya da tamamen işi bırakmak durumunda kalıyor. Çünkü bakım hizmetleriyle ne erkekler ilgileniyor ne de kamusal hizmet olarak sunuluyor; büyük oranda kadının sırtına yüklenmiş durumda. Toplumsal cinsiyet veya kadın istihdamı üzerine çalışan ana akımdan (çoğunlukla erkek) iktisatçılar ise meseleyi bu yönüyle görmeyip kadın istihdamını düşük eğitim düzeylerinin bir sonucu olarak ele almayı tercih ediyorlar. Oysa, biz biliyoruz ki daha eğitimli kesimin istihdamda kalabilme nedeni eğitimsize göre ücretlerin göreli yüksekliği ve o ücret ile özel bakım hizmeti satın alabilme olanağı.
Bizim derdimiz bütün kadınları üniversite mezunu yapıp işe sokmak değil ki zaten bu mümkün değil. İlköğretim ya da lise mezunu bir erkek nasıl iş bulup çalışabiliyorsa, aynı eğitim düzeyindeki bir kadın da çalışabilmeli, iş sahibi olabilmeli. Kadınlar iş bulamıyorlarsa veya iş buldukları halde çocuklarına bakacakları bir kreş bulamadıkları için çalışamıyorlarsa burada bir sorun var demektir. Bu yüzden ‘’üniversite mezunu kadınların istihdama katılımı daha yüksek’’ söylemi soruna bir cevap oluşturmuyor. Önce bakım hizmetini kadın, erkek ve kamu nasıl paylaşacağız onu konuşmalıyız.
-Feminist iktisat ve ana akım iktisat tam olarak nerede farklılaşıyor?
Feminist iktisat, insanın ekonomik faaliyetlerinin sosyal ilişkilerden bağımsız olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Yaşamın içinde hepimiz pek çok iktisadi faaliyet yürütüyoruz. Bütün bu faaliyetleri yapan insan aynı zamanda diğer insanlarla sosyal ilişkiler içinde olan bir insan; bir boşluk içinde var olmuyor. O ilişkiler bizim düşünce kalıplarımızı da etkiliyor. Kadınların neden erkekler kadar imkâna sahip olamadığı, iş bulup çalışmadıkları, ailenin neredeyse tüm mal ve mülkünün erkeğin üzerinde olduğu gibi soruların bir cevabı olması lazım. Kadınlar çalışmadıkları, tembel oldukları için mi? Değil. Çünkü kadına, erkek egemen toplum bir rol biçmiş, anne ve eş rolü. Kadın, üretim ve tüketimini o sorumluklar altında düşünüyor. Bu, ana akım iktisadın çizdiği rasyonel, kendi çıkarını düşünen ve maksimize eden birey tanımından çok uzak aslında. Kadınların lehine toplumsal ilişkilerin dönüşümü söz konusu olmadıkça, kadınlar kendilerine dayatılan roller içinden katılacak iktisadi faaliyetlere.
Erkeklere evdeki işlere günde 51 dakika, kadınlar ise saatler harcıyor
-Hem dünya hem de Türkiye açısından baktığımızda ‘’Feminist iktisat’’ın güncel meselelerini nasıl tanımlarsınız?
Kadın ve erkeğin zaman kullanımı bir çok ülkede periyodik olarak araştırılan ve yayınlanan önemli bir gösterge. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ise kadın ve erkeklerin 24 saat içinde zaman kullanımına dair bugüne dek sadece tek bir araştırma yayınladı. Bu araştırmada erkek ve kadınların, kız ve oğlan çocukların zamanı nasıl kullandığı veriliyor. Bu dağılımı görmek çok önemli. Doğuştan itibaren çocukların kadın ve erkek rollerine nasıl hazırlandığını görüyorsunuz. Zaman kullanımı konusunda özellikle Latin Amerika’da derinlikli çalışmalar var. Türkiye’de de feminist araştırmacılar bu konuda değerli çalışmalar yürütüyor. Türkiye’de evde ve dışarda çalışma süresini topladığımız zaman gün boyunca kadınların erkeklerden daha uzun süre çalıştıkları ortaya çıkıyor. Buna ek olarak, Türkiye, kadın ve erkekler arasında bakım hizmeti açısından en büyük farkın olduğu ülkelerden biri. Aile fertlerinin bakımı ve ev işlerine ortalama olarak erkekler günde sadece 51 dakika ayırırken kadınlar 5 saat 17 dakika ayırıyor. Çalışan kadınlara baktığımızda da durum pek farklı değil. Kadın dışarda çalışıyor olsa bile evdeki bakım hizmetlerine yine erkeklerden çok daha fazla zaman harcıyor.
Kadına düşen işler niteliksiz ve daha ağır
Yine bu çalışmalar kapsamında kadınların ‘’Zaman yoksulu’’ olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Bu sadece parasızlıkla ilgili bir şey değil; kadının kendine ayırabileceği zaman açısından yoksulluğuyla ilgili bir durum.
Aynı zamanda işlerin dağılımı açısından nitelik de çok önemli. Erkekler bu 51 dakika içinde fatura yatırma, araba bakımı gibi işlere zaman harcarken kadınlara temizlik, bulaşık, çamaşır, çocuk bakımı gibi daha ağır ve nitelik açısından ‘’kötü’’ denilebilecek işler düşüyor. Bu durumun politika sonuçlarına gelecek olursak, kaliteli ve ücretsiz kamu kreş ve yuvalarının olması lazım. Özel sektörün de (ki bu yasada var ama bildiğimiz kadarıyla ciddi bir uygulama mevcut değil) bu konuda sorumluluğu var. 150’den fazla kadın işçi çalıştıran iş yerlerinin kreş/yuva açma zorunluluğu var. Bu tabii ki çok yetersiz bir hizmet. Kadın hareketi çok uzun süredir bu yasanın değiştirilmesi yönünde mücadele veriyor. Bakım hizmeti sunumunun özel ve kamu sektörü arasında paylaşılması lazım ancak kamu özele, özel de kamuya topu atıyor. Bizim önerimiz haftada 7 gün 24 saat herkesin ulaşabileceği, ailelerin taleplerine göre farklılaşabilen kreş ve yuvalar.
Zaman kullanımına dair çalışmalara ek olarak ‘’Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme’’ konusu önemli diğer bir çalışma alanı. Bu alanda çalışan pek çok feminist grup var. Herhangi bir kurumun bütçesinin gelir ve özellikle harcamaları kadınlar ve erkekler arasında nasıl dağılıyor; o inceleniyor. Tabii ki amaç, eşitlikçi bir bütçe oluşturmak ve uygulamasını sağlamak. Diyarbakır ve İstanbul’daki bazı belediyeler bu konuda ufak ufak çalışmaya başladılar. Dünyadan örnek vermek gerekirse; İskoçya’da Spor Bakanlığı tarafından bir çalışma yapılmış. Bu çalışmada görülüyor ki bakanlığın bütçesi en fazla futbola harcanıyor. Yani, erkeklere ayrılıyor. Bu çalışmayı yapan grupta yer alan feminist bir arkadaşım durumu mizahla karışık şöyle anlatmıştı; ‘’Tam yedi yıl bu iş için çalıştık ama kamudan çıkan sonuç “kadınları daha fazla futbola alıştırmamız lazım”oldu!’’
Sendikalar 8 Mart’ta karanfil dağıtmaktan başka bir şey yapmadı
Peki Türkiye’ye gelirsek?
Kadınlar Türkiye’de şiddetten kaçıp kadın derneklerine başvurduklarında ilk sordukları şey ‘’Ben nasıl para kazanabilirim’’ oluyor. Ancak burada şunu da hatırlamak lazım; bir dönem kadın girişimciliği adeta moda olmuştu. Kadınlar ücretli işçi ya da memur olarak iş bulamıyor, kendi başlarına iş kurarlarsa hem yoksulluktan kurtulurlar hem de erkekler karşısında güçlenirler diye düşünüldü. Biz bunun üzerine de epey kafa yorduk, araştırmalar yaptık. 500 TL mikro kredi verilince kadınlar girişimci olamıyor maalesef, zira kapitalist sistem çok acımasız. Nitekim o dönemlerde başlayan pek çok proje bugün sukut -ü hayal oldu.
Bu bir taraftan da aslında sendikaların da dahil olması gereken bir şey. Sendikaların toplu sözleşmelerde hem çalışan kadınların hakkını savunmaları, hem de daha çok kadın istihdamı nasıl sağlanır konusunda ses çıkartması gerekiyor. Oysa sendikalar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara karanfil dağıtmak dışında, pek de bir şey yapmıyorlar. . Şimdi yeni yeni sendikalarda birkaç kadın başkan görebiliyoruz. Ama hala kadın politikaları neredeyse yok.
Öte yandan kadın meselesine Ak Parti karşıtlığı üzerinden dahil olanlar da oldu Türkiye’de. Hoşgeldiler sefa getirdiler tabii. Sadece, bizler yıllarca erkek egemen toplumun baskıları ile ilgili politika yaparken gündeme getirdiklerimizi duymak istemediler. Halbuki Ak Parti öncesinde de kadın-erkek eşitliği yoktu, kadınlar özgür değildi, her alanda ayrımcılığa uğruyorlardı ve bütün bunların üstesinde gelmek için mücadele ediyorlardı; dayanışmaya ihtiyaçları vardı. Ama söz ettiğim kesim hiç de ilgilenmedi bu mücadele ile. Ancak ne zaman Ak Parti’nin muhafazakar aile politikaları bu kesimi rahatsız etmeye başladı, birden kadın istihdamının düşüklüğünü, kadının eve tıkılmışlığını keşfettiler. Evet, Ak Parti döneminde kadınlar üzerinde baskı daha arttı ama kadınların emeğine, bedenine ve kimliğine sahip çıkma mücadelesi bir siyasi parti dönemiyle ya da sadece kendi yaşamımız için tehdit gördüğümüz dönemlerle sınırlı değil, uzun soluklu bir mücadele.
2015-2016 döneminde Uluslararası Feminist İktisat Birliği’nin başkanı olmanız nasıl gündeme geldi ve başkanlık döneminde gündeminizde neler olacak?
Uluslararası Feminist İktisat Birliği’nin bir aday komitesi var. Bu komite, aday önerilerini Yönetim Kurulu’na iletiyor. Tecrübeli, belirli araştırma deneyimi ve birikimi olan; farklı ülkelerde yaşayan ve değişik konularla ilgilenen akademisyen, aktivist, politika yapıcıları aday gösteriliyor. Bu adayların özgeçmişleri üyelere gönderiliyor ve oylama sonucu başkan seçiliyor. Beni üyeler 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlediğim Yaz Konferansı’ndan beri tanıyorlardı zaten. O konferans gerek tartışılan temalar gerek katılım açısından IAFFE’nin en başarılı konferanslarından biri olmuştu.
Feministler mümkün olduğu kadar hiyerarşiye karşı olduğu için bizim başkanlık sistemimiz rotasyona tabii. Başkan olarak seçilen kişi bir yıl süreyle bir nevi başkanlığa hazırlık dönemi olarak yönetim kurulunda ‘’seçilmiş başkan’’ olarak birtakım görevler alıyor. Sonraki yıl başkanlık yapıyor. Her sene bir ülkede Yaz Konferansları yapıyoruz. Bunun da bir sıralaması var; konferanslardan biri ABD’de, biri bir Kuzey ülkesinde, bir diğer konferans ise bir Güney ülkesinde yapılıyor. Bu sene benim yapacağım konferans İrlanda’da olacak. Gelecek yıllarda ise Güney Kore ve ABD’de konferanslarımız olacak.
Yapmak istediklerime gelince, IAFFE’ye Ortadoğu ülkelerinden katılım çok az, oralara ulaşmak için çalışacağım. Yine, önemli bir çalışmamız tematik gruplar oluşturduk. Gerek kuramsal yaklaşımlarımızı güçlendirmek gerekse ekonomik kriz ve etkileri, ekolojinin feminist iktisat bakış açısından değerlendirilmesi, tarım krizi ve etkileri gibi farklı konularda çalışmalarımızı artırmayı amaçlıyoruz. Ayrıca, gençler ya da feminist iktisatla yeni tanışanlar bizim için çok değerli onların katılımını sağlamak için faaliyetlerimiz olacak.
Uluslararası Feminist İktisat Birliği- IAFFE, ekonomik konuları feminist perspektiften sorgulamak amacıyla bir grup feminist tarafından 1992de kuruldu. 1997’de Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından “özel danışman sivil toplum örgütü” statüsünü aldı. Günümüzde ise 64 ülkeden 500 civarında üyeye sahip.
* Bu söyleşi, 15 Ağustos 2015’de T24‘de yayımlanmıştır.
– See more at: http://keig.org/okumaOnerisi.aspx?id=31#sthash.kl2QfPPz.dpuf