KARADENİZ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ/ KARKAD-DER…
2008 yılında kuruldu, Trabzon’da yer alıyor. Derneği çoğunlukla sendikalı kadınlar ve öğrenci kadınlar bir araya gelerek kurdu. 2008’den bu yana çalışmalar hız kesmeden devam ediyor. Şiddet ve istihdam alanında çalışmalar yürüten dernek, 2012 yılında KEİG Platformu üyeleri arasına katıldı. Trabzon’daki kadınların mücadelesini ve derneğin hikâyesini Nilüfer Akgün ile konuştuk…
Dernek nasıl başladı?
2006 yılında “Kadın ve kız çocuklarının haklarının geliştirilmesi” konulu bir proje kapsamında eğitimlere giderken şunu düşündüm: Trabzon’da 2-3 tane kadın derneği vardı ve bu derneklerin yapısının yardımsever ve burs veren dernekler
dışına çıkmadığı, hak temelli bir dernek olmadığını gördüm. Sendikadan katılan arkadaşlarımız vardı, ben de aynı zamanda sendikalıyım. Arkadaşlarla, “Trabzon’da hak temelli bir dernek yok, biz bu işi yapalım mı?” diye düşündük. Toplandık, konuştuk, neler yapabiliriz, neler edebiliriz? Öyle başladı çalışmamız.
Neler yapmaya karar verdiniz?
Derneği 2008’in Şubat ayında kurduk. Kurulunca bir yerimiz yoktu. Sedikanın bir odasını kullandık. İletişim adresi için kulandığımız bir alan oldu. O zamanki düşüncemiz şuydu: istihdam alnında çalışan bir dernek olsun; çünkü kadınlar ekonomik alanda yoklar. Aynı şeyi düşünüyorduk ve şiddetin kaynağını da bir ölçüde istihdama bağlıyorduk. Aynı şeyi düşünüyorduk ve şiddetin kaynağını da bir ölçüde istihdama bağlıyorduk. Gerçi şiddetin hiçbir zaman nedeni olmaz ama… İstihdam olsun dedik, İŞKUR’la bir proje yaptık, ‘Alzheimer ve demans hastalara hasta bakım projesi’. Ordaki sorun şu oldu, bütün arkadaşlarımız işe girdi, ama kurs aldıkları işleri yapmadılar. Yapmama nedenleri de, biricisi çocuklarını bırakacak yer yok, ikincisi eşleri izin vermiyor; çünkü bir başka evde çalışacak, belki sürekli gidecek. Bir kısmı gerçi gündüz gitmeyi tercih ediyorlar, ona da izin verilmedi. Şöyle düşünüyordu kadınlar, “Biz bu alanda yetiştik, bu işi yapamayacağız, hiç değilse mesela huzurevlerinde yapalım”. Çok haklı bir istek bu. Sonuçta taşeron şirketler dışarıdan aldığı elemanlara böyle bir eğitim hizmeti vermiyor. Hiçbir vasfı olmayan erkekleri getirip temizlik yaptıracaklarına, işte ne bileyim hasta baktıracaklarına -ki hastanelerin çoğunda şimdi vasıfsız insanlar hasta bakım hizmeti veriyor- hiç değilse bu kadınlarla yapılabilirdi. Bu da olmadı. Şirketler bu şekilde yetişmiş insanları bünyesinde barındırmıyorlar.
Peki bu kursu nasıl seçtiniz? Siz mi seçtiniz, kadınlardan talep mi geldi?
İŞKUR böyle bir şey açmıştı, birkaç kadının da işe ihtiyacı vardı, “Böyle bir şey ister misiniz?” dedik, çevrelerine de duyurdular. Öyle oluştu. Dernek açılmıştı. Halk Eğitim’den bir hoca talep ettik. Bir avukat arkadaşımız iş yaşamındaki prosedürü anlatmak üzere geldi, kadın hakları üzerine şeyler anlatıldı. Toplumsal cinsiyet eğitimi verildi. Bunun yanı sıra Sağlık İl Müdürlüğü’nden biri de hasta bakımı konusunda neler yapılacak, neler edilecek, o konuda, sanırım 120 saatlik bir eğitim verdi. Çok da memnunlardı aldıkları eğitimden, ama işte farklı nedenlerle bunu değerlendiremediler. Daha sonra biz bir analiz yaptık dernek için, bakalım ne durumdayız diye. İstihdam alanında çalışacak bir insan kaynağımızın olmadığını gördük; çünkü gerçekten ciddi bir insan kaynağı gerektiriyor. Gerçi bütün alanlar öyle…
Üyelerimizle yaptığımız bu analizde, “Şiddet alanında çalışalım,” dendi. Bizim üyelerimizin bir kısmı öğrenci ve şehirdeki sosyal yaşam içinde taciz edildiklerini, rahat olamadıklarını, şehirde sosyal yaşamın içine rahatça giremediklerini ifade ettiler. Çoğunluk bunu benimsedi, o alanda çalışma fikri ortaya çıktı. Bunun üzerine ‘biz ne yapabiliriz’i araştırdık. KAMER’in yürüttüğü bir çalışma vardı, Farkındalık Atölyeleri. Bir arkadaş geldi, burda bir çalışma yaptı bizimle. 4 tane kadın kolaylaştırıcı çıktı bizden o programda. Daha sonra Farkındalık Atölyeleri’ni bizler yapmaya başladık. Şu an 6 tane kolaylaştırıcıyız ve 3 grup halinde çalışlıyoruz.
“Farkındalık Atölyeleri ile hem üye sayımız hem örgütlenme bilinci arttı”
Kaçar kadın oluyor gruplarda genellikle?
Ortalama 10 kişilik gruplar olması gerekiyor; çünkü interaktif bir çalışma yapıyorsunuz, çok fazla kişi olunca çalışma olmuyor. Bu çalışmaya İsveç Konsolosluğu destek verdi. ‘Trabzon’da Kadınlar Güçleniyor’ projesi olarak 2012 Haziran’da başladık, 2013 Mart’ta bitirdik; ama atölye çalışmalarımızı sürdürüyoruz; çünkü talep de var. 8 haftalık bir çalışma, kadınlar katılıyorlar ve çok memnun gidiyorlar. Bu da bizi çok memnun ediyor.
Örgütlenme anlamında bir katkısı oluyor mu bu atölyelerin?
Evet, gerçekten çok katkısı oldu; çünkü o çalışmaya gelen kişiler üye olmak istediklerini belirtiyorlar ve üye oluyorlar. Bu çalışmalar gerçekten bize çok şey kazandırdı. Hem üye sayımız arttı hem de mesela o atölye çalışmasına katılan arkadaşlarımız çok daha bilinçli olarak bakıyorlar kadın çalışmalarına, kadın örgütlenmesine. Bu çalışma dışında iki kez Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’ni ağırladık, 2009 ve 2011’de. Trabzon Kadın Platformu içinde çalışmalarımız oldu. Burda yerel seçimler öncesinde ‘Kırk Mahalle Kırk Muhtar’ projesini yürüttük. Kanada’da yürütülen bir ‘beyaz kurdele’ çalışması vardı, kahvehanelerde erkeklerle böyle bir çalışma yaptık. Toplumsal cinsiyet, kadının insan hakları, bu tür konuları içeriyordu.
Kahvehanedeki çalışma nasıl gitti? Nasıl tepkiler aldınız?
Yaklaşık 5-6 kahveye girdik. Hatta mesela Vali katıldı, kurumlardan katılanlar da vardı; çünkü YEP (Yerel Eylem Planı)’in içine yerleştirdiğimiz bir şeydi. Vali Yardımcısı, İl Emniyet Müdürü de geldi. Biz kadın örgütlerinden hemen hemen 2’şer 3’er kişi gittik, Sosyal Hizmetlerden arkadaşlarımız vardı. Gittiğimiz yerlerde çok ilgi görgü; ama bir süre sonra erkekler… Yani kalıyorlar, dinliyorlar, ama bazı şeyler söylendiğinde, ‘kadın meselesi’ deyip geçiyorlar. Bir süre sonra bırakmak zorunda kaldık; çünkü zor oluyordu öyle yürütmek, insanları kahveye çekmek. Aslında yürütülebilecek bir şeydi, arkadaşlarımız başka şeyler devraldı, yönetimler değişti. Öyle olunca da bir süre sonra kalktı; ama güzel bir çalışma oldu. Keşke devam edebilseydik o çalışmaya, gerçekten yararlı olacaktı.
Kadın Dostu Kent’in Trabzon’da etkisi oldu mu?
Tabii ki oldu. Sivil toplum kuruluşları aslında yapılan şeylere gerçekten dahil olmak istiyorlar, bir şeyler yapmak istiyorlar. Önemli olan kentin yerel yönetiminin buna ne derece inandığıdır ve politikalarına ne derece yerleştirdiğidir. Bir görüşmeye gittiğimizde Belediye Başkan Yardımcısına şunu söyledim, “Kadın dostu kentteyiz ve bir köprü var, tarihi bir köprü, ben onun üzerinden geçerken korkuyla geçiyorum; çünkü aydınlatmaları, ışıklar yanmıyor. Ben burdan akşam saati, iş çıkışı geçiyorum burdan ve korkuyorum”. Gerçekten yerel yönetimin bu işe ne kadar inandırdığı ve hayata geçirdiği çok önemli. Biz gidip konuştuktan bir ay sonra yanmaya başladı; fakat şu son 10 gündür falan gene yanmıyor.
Şu anda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Üyeleriniz nerelerden katılıyor genelde?
Şu anda da her hafta belirlediğimiz konularda dernekte bir araya gelerek tartışma yürüttüğümüz ‘cumartesi söyleşileri’ yapıyoruz. Yaptığımız atölyeler kapsamında ve sendikalardan arkadaşlarımız vardı; dediğim gibi ilk kuruluşumuz zaten sendikacı kadınlarla başladı. Onun dışında öğrenciler çok ilgileniyor. Bir de biz alana fazla çıkan bir örgütüz. belki o sendikacılığın verdiği bir şey, tepkimizi hemen alanda gösterme durumu vardır. Öğrenciler de seviyorlar alanı kullanmayı.
İstihdamla ilgili başka çalışmalarınız oldu mu?
Şöyle bir durum var, bize gelen arkadaşlarımızdan, ekonomik durumu iyi olmayan veya kendi işini yapmak isteyen arkadaşlar oluyor. Tamam, bazı şeylerin farkına varıyor; ama ortada bırakılmak çok kötü bir durum yaratıyor. Onun için biz de şunu düşündük, ‘elimizden geldiğinde o arkadaşlara destek olalım’. Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası’nın sağladığı yerler var, Avrasya Pazarı diye bir pazar var ve onun içinde küçük dükkânlar oluşturdular. İki arkadaşımız orda mesela. Biri peştemal üretimi yapıyor, biri turşu ve reçel üretiyor. Farkındalık çalışmalarına da katılıyorlar. Bazı yerlerle görüşüp mesela, Farkındalık Atölyesi’ne katılan kadınlara bir iki tane makina almayı düşünüyoruz. Kendi ürettikleri şeyler olacak, orda üretip kendilerine katkı sağlasınlar. Girişimcilik konusunda Ticaret Odası’ndan eğitimler alacaklar. O tarz şeyler yapmaya çalışıyoruz; çünkü bu işler zor yürüyor.
“Bizi biraz fazla marjinal buluyorlar”
Bizim görevimiz değil bu, biliyorum; ama işte en azından bir katkı yapalım ve bu kadınlar o farkındalığı yaşadıktan sonra hiç değilse kendi ayaklarının üzerinde durabilecek duruma gelsinler; çünkü ciddi anlamda şiddet gören kadın var. Yani fiziksel şiddettir, ekonomik şiddettir… Bizim görevimiz burda gerçekten bu politikaları etkilemek olmalı. Bu nedenle de yaptığımız çalışmalara en azından örgütlü kadınları da katarak sesimizi biraz daha duyurmak gerek. Yerelden sesimizi duyurmak biraz daha zor oluyor, farkındayım; çok zor oluyor. Ama işte elimizden geldiğince…
Trabzon’da diğer kadın örgütleriyle bir arada çalışıyor musunuz?
Trabzon’daki kadın örgütleri aslında sorarsanız feministler; ama feminist kelimesi nedense korkutuyor insanları. Mesela bazı kriterleri var, “Şunu şunu düşünüyor musun?” “Evet”. “E, sen feministsin o zaman?” “Yoo, ben bunları düşünüyorum, ama feminist değilim,” diyor. İyiye giden örgütlenmeler de var. Tabii ki çok sevindiriyor bizi, keşke çok fazla sayıda olabilsek. Bizi biraz fazla marjinal buluyorlar. Yani her şeyde… Bir kere şunu düşünüyoruz, “Biz, devlet kurumlarıyla birlikte çalışmalıyız, ama bağımlı olmamalıyız. Bağımsızlığımızı korumalıyız. Eğer bir yanlışı görürsek seslenmeliyiz”. Herhalde sesimizi çıkardığımız için hoşlanmıyorlar. Şiddet, kürtaj, ne bileyim, buna nasıl karşı çıkılmaz? Benim bedenimle ilgili tasarruf benim tasarrufumdur, bir başkasının olamaz. Ben bunu dile getiremeyeceksem niye varım ve niye bir kadın derneğiyim? O yönlerde biraz ayrışıyoruz, yani birilerini kızdırmamak adına susmak tercih ediliyor, biz de onu yapmıyoruz.
Mesela…
Mesela, bir arkadaşımız şiddete uğradı. Bir şeyler yapmak lazım. Bunu söylediğimizde, “O saatte orda ne işi var?” diyebiliyorlar. Bunu hiç kimse sorgulayamaz. Yani ben eğer bu şehirde yaşıyorsam erkek kadar benim de hakkım vardır o mekânı kullanmaya, istediğim saatte de orda olmaya. O benim taciz edilmeme bir vesile olamaz. Böyle bir anlayış hakim, orda ayrışıyoruz. İstihdam konusunda bir araya gelme olanağı daha fazla oluyor. Daha fazla ortak nokta bulabiliyoruz.
Kadın hareketiyle ilişkilenmekle hem kendinde hem birlikte örgütlendiğin kadınlarda gözlemlediğin şeyler var mı?
O farkındalığı yaşamak hakikaten çok sancılı bir dönem. Birçok şeyin farkına varıyorsun, daha önce görmediğin ve şiddet olarak kabul etmediğin birçok şeyi görüyorsun. Yaşamın bazen baş edemediğin duruma da gelebiliyor. Birçok arkadaşımızda böyle oldu, ilişkiler bir süre çalkalantıya giriyor. Ama sonrasında o farkındalıkla… Bir de kadın hareketi gerçekten güçlendiriyor insanı. Onunla olaylara daha soğukkanlı bakıyorsun ve karşı çıkışların daha mantıklı oluyor. En azından şöyle düşünüyorum, mesela kızımla ilişkilerimde ilk zamanlar çatışıyorduk; çünkü taleplerimizi söylerken o dili tutturamıyorduk, ben dilini kullanamıyordum mesela. Ben dilini kullanmak o kadar rahatlattı ki ilişkimizi, o kadar güzel bir yön verdi ki. O çatışma durumu uzun erimli de olabiliyor bazen; ama sonunda gerçekten iyi bir yöne doğru evriliyor. Kişisel olarak da öyle. Herkes çok memnun, o çalışmalara gelen, katılan, ‘bir işime yaramadı,’ diyen çıkmadı bu zamana kadar.