‘İşyerleri Kadınlar İçin Ne Kadar Güvenli?’ Paneli Notları

Panel: İşyerleri Kadınlar İçin Ne Kadar Güvenli?

KEİG Platformu

13 Ekim 2019

İstanbul

Türkiye’de kadınların işgücüne ve istihdama katılma oranları oldukça düşük. Öte yandan mevcut istihdamın da neredeyse yarısının kayıt dışı olması, kadınların daha güvencesiz ve düşük ücretle çalışması, çalışsa bile evdeki bakım emeği yükü nedeniyle çifte mesai yapmak zorunda kalması Türkiye’de kadın istihdamının katmanlı sorunlarına dair bir fikir veriyor. Kriz döneminde ise kadın işsizliğinin, özellikle genç kadın işsizliğinin giderek yükseldiğini görüyoruz. DİSK’in son verilerine göre[1] Temmuz 2019 itibarıyla kadın işsizliği yüzde 16,7’ye, genç kadın işsizliği yüzde 33,3’e, tarım dışı genç kadın işsizliği ise yüzde 41,2’ye çıkarak rekor kırmış durumda. Krizin olmadığı dönemlerde bile her zaman düşük olan kadın istihdamının seyri kriz döneminde geriye gidiyor.

Bu verilerin ötesinde çalışma hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılıkla birlikte işyerlerinde erkek şiddeti, taciz ve mobbing kadınların maruz kaldıkları temel yapısal problemler olmaya devam ediyor ve nadiren gündeme geliyor. Bu sorunlar ‘Kadınlar yeter ki istihdam edilsin.’ yaklaşımındaki eksikliği de gösteriyor. Türkiye’de ücretli çalışma büyük ölçüde insani bir geçim için bile yeterli olmazken, çalışma koşullarının kötülüğü, güvencesizlik, kadınların cinsiyet nedeniyle maruz kaldıkları şiddet ve taciz ‘Nasıl bir istihdam?’ sorusunu yeniden sormamıza neden oluyor ve işyerlerinin kadınlar için ne kadar güvenli olduğu üzerine kafa yormamızı sağlıyor.

Bu sorunlar üzerine çalışma hayatında kadınların karşılaştıkları sorunları gündem haline getirme, bunun üzerine tartışma ve politika üretme gerekliliğinden yola çıkarak 13 Ekim 2019 tarihinde İstanbul Tarih Vakfı’nda bir panel/forum düzenledik. Panelde Necla Akgökçe ‘Kadın İşçi Sağlığına Toplumsal Cinsiyet Perspektifi İle Yaklaşım: Kavramlar ve Sorunsallaştırma’, Kadriye Bakırcı ‘Hukuksal Boyutuyla İşyerinde Şiddet, Mobbing ve Taciz’, Nuran Gülenç ‘İşyerlerinde Kadına Yönelik Şiddet ve Tacizin Önlenmesinde Sendikaların Rolü’, Fikriye Sarıgül ‘Kadın İşçilerin Sorunları: İşyerlerinden Deneyimler’ başlıklı sunumlarıyla meselenin tartışmak istediğimiz boyutlarına dair çerçeve oluşturdular. Sunumlardan sonra sorunları, deneyimleri, mücadele yöntemlerini ve neler yapılabileceğimizi hep birlikte konuştuk. Aşağıdaki notlar hem sunumların özetlerini hem de forum kısmındaki tartışmaları içeriyor.

Kadın İşçi Sağlığına Neden Toplumsal Cinsiyet Perspektifiyle Bakmalıyız?

Necla Akgökçe, ‘Kadın İşçi Sağlığına Toplumsal Cinsiyet Perspektifi İle Yaklaşım’ başlıklı sunumuna, bu meseleyle ilgili analizlerin Türkiye’nin parçası olduğu küresel kapitalizm zemini üzerinde, aynı zamanda patriyarkal kapitalizm çerçevesinde yapılması gerektiğini belirterek başladı. Çünkü Türkiye merkezde planlanan üretimin çeşitli aşamalarının bulunduğu bir ülke ve bu maliyetler içerisinde kadın işçi sağlığı ve iş güvenliği maliyeti de var. Bununla birlikte emeğin ve çalışmanın da niteliği değişmiş durumda. Bir zamanların kadrolu, güvenceli çalışan kadın işçilerin yerini hizmetler sektöründe, taşeronda, çağrıya bağlı, güvencesiz çalışan işçiler almış durumda. Akgökçe, üzerinde hareket ettiğimiz somut zeminin bu olduğunu vurguladı. Dolayısıyla işçi sağlığı iş güvenliği tedbirlerinin nasıl alınacağını bu şartlar üzerinden konuşmak gerektiğini belirtti. Örneğin Türkiye gibi maliyet baskısının olduğu bir ülkede bu nasıl gerçekleşir? Bunun toplumsal cinsiyet boyutu nedir?

Genellikle Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi yapıların tanımı üzerinden sağlık kavramı en basit haliyle ‘hasta olmama hali’ olarak tanımlanır. Daha sonraki biçimi fiziksel, psikolojik ve sosyal olarak iyi olma halidir. Ancak bu genel bir toplum sağlığı tanımını ifade eder ve toplumsal cinsiyet perspektifini içermez. Oysa Akgökçe kadınlar ve erkeklerin hem hastalıklarının hem de hastalığa bakış açılarının birbirinden farklı olduğunu ifade etti. Bunun için Alman Sendikalar Birliği’nin 2014 yılında mavi yakalı işçilerle yaptığı bir araştırmanın bulgularını paylaştı. Buna göre kadınlara ve erkeklere sorulan “Sağlıktan ne anlıyorsunuz?” sorusuna erkeklerin cevabı “iyi hissetme hali”, “iyi bir performansa sahip olma hali”, “çalışma hali”, “çalışabilir olma hali” olurken, kadınlarınki “ağrının ve sakatlığın olmaması” oluyor. Erkeklerin cevapları ana akım kurumların tanımına uyarken, kadınlarınki farklı bir durumu anlatıyor. Akgökçe kadınların ağrı ve sakatlık durumuna kadar belki doktora bile gitmemelerini ailenin sağlığından ve evdeki erkeklere bakımdan sorumlu olmalarına; kendi sağlıklarına bakış açılarını da bunun belirlediğine işaret etti. Dolayısıyla mevcut/ana akım tanımlamalarda işçi sağlığı ve iş güvenliğinin ilk kavramı olan ‘sağlık’ bile toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretiyor.

Çifte Mesai Var, Meslek Hastalıklarında Kadınlar Yok!

Meslek hastalıkları içerisinde kadınlarla ilgili meslek hastalıkları tanımı olmadığına dikkat çeken Akgökçe, hastalık durumunun belirtilmesinde de birçok engelle karşılaşıldığını belirtti. Örneğin Novamed’de karpal tünel sendromunu meslek hastalığı olarak tanımlattırmaya çalıştıklarında bürokrasi dahil birçok engelle karşılaştıkları için sonuç alamadılar. İşçi sağlığı iş güvenliği, işçinin işyerinde karşılaştığı riskleri, işyeri kaynaklı hastalıkları, şiddet ve stresi de içeren, yasal olarak devletin yükümlü olduğu bir durum. Pratikte ise bu işverene yükleniyor. Ancak halihazırda bu tanımda zaten işçinin cinsiyetine dair herhangi bir ibare bulunmuyor. Oysa kadın ve erkek işçilerin karşılaştıkları riskler farklı. Akgökçe cinsiyete karşı nötr gibi görünen tüm bu düzenlemelerin, erkeklerin baz alınarak yapıldığını ve erkekler lehine olduğunu ifade etti. Örneğin bir işin getirdiği teknik riskler (inşaatta yüksekte ve iskelede çalışmak gibi) daha ölçülebilir ve gözle görülebilir olduğu için erkek işçinin deneyimi temel alınıyor. Erkek işçinin deneyimi üzerinden bir tehlike tanımı, risk tanımı ve kaza tanımı geliştiriliyor.

Öte yandan ‘kadın işi’ olarak adlandırılan işler en risksiz ve güvenilir işler olarak kabul ediliyor. Bu kabul nedeniyle işçi sağlığı iş güvenliği söz konusu olduğunda kadınların ağırlıklı çalıştığı sektörlere bakılmıyor. Örneğin hizmetler sektörü tehlikesiz ve risksiz alan olarak kodlanıyor. Böyle olduğu için bu sektörlerde neler olup bittiği de bilinemiyor. Akgökçe bir havayolu şirketindeki grev sırasında işçilerle görüşmeye gittiklerinde hosteslerin çok fazla rahim kanserine yakalandıklarını gördüklerini söyledi. Çünkü hostesler radyasyona çok fazla maruz kalıyorlar ve kanser ancak yıllar sonra ortaya çıkıyor. Yine kasiyerlik ya da mağaza elemanlığı gibi sürekli oturarak ya da sürekli ayakta durarak yapılan işler bir inşaat işçisinin çalışması kadar riskli görülmese de, bu tarz işler iskelet hastalıkları, kalp damar hastalıkları, varis, bel ve boyun fıtığı gibi etkileri daha uzun sürede ortaya çıkan hastalıklara yol açıyor. Dahası mevcut yaklaşımda kadın işçilerin işyerlerinde kadın olmalarından dolayı maruz kaldıkları şiddet, taciz ve mobbing gibi riskler ve tehlikeler de göz ardı ediliyor.

Meselenin diğer bir önemli boyutu, kadınların ücretli bir işte çalışsalar bile evde ücretsiz çalışmaya devam etmeleri. Akgökçe kadınların evde yaptıkları işlerin ve iş yükünün işyerlerindeki risk ve tehlikeleri artırdığına dikkat çekti. Bununla birlikte ev işlerinin kendisi de (örneğin cam silerken düşmek) oldukça riskli. Bu nedenle işçi sağlığı iş güvenliği çerçevesinin içerisine kadınların evde yaptıkları işlerin de, işyerinde yaptıkları işlerin de girmesi gerekiyor. İşyerlerinde kadınlara ilişkin özel düzenlemeler yapılmadığı için koruyucu önlem ve programlar da oluşmuyor. Akgökçe tüm risk ve tehlike tanımlarının, analizlerinin toplumsal cinsiyet açısından gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtti.

Hukuksal Boyutuyla İşyerinde Şiddet, Mobbing ve Taciz

Kadriye Bakırcı sunumuna, kadına yönelik şiddetin uluslararası belge ve sözleşmelere girme sürecini anlatarak başladı. Buna göre şiddet ilk olarak 1993 yılında Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği bir belge ile uluslararası alana girdi. Ancak şiddet kapsamına nelerin gireceği konusunda devletler arasında uzlaşma sağlanamadığı için bu bir sözleşmeye dönüştürülemedi ve tavsiye niteliğinde kaldı. 2011 yılında ise ilk defa bu konuda İstanbul Sözleşmesi olarak bildiğimiz, Kadınlara Yönelik Her Türlü Şiddetin ve Ev İçi Şiddetin Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi kabul edildi ve İstanbul’da yapılan, ilk Türkiye tarafından kabul edilen bu sözleşme 2014’te yürürlüğe girdi. Bu belge Avrupa Konseyi belgesi olduğu için Türkiye dahil Avrupa ülkeleri tarafından kabul edildi. Tüm dünya ülkeleri için bağlayıcı olmasa da Avrupa coğrafyasına dahil olmayan ülkeler de isterlerse onaylayıp kendileri için bağlayıcı hale getirebiliyorlar.

Bakırcı, 2011 yılına kadar ulusal düzeyde bazı ülkelerin kabul ettikleri iyi uygulamalar veya uluslararası düzeyde kabul edilmiş olan iyi uygulamaları bünyesine aldığı; son derece kapsamlı ve ileri düzeyde olduğu için İstanbul Sözleşmesi’nin ayrıca önemli olduğunu belirtti. Bununla birlikte Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) de önemli bir adım atarak işyerinde şiddet ve tacizi önlemek amacıyla bir sözleşme hazırladı.[2] Bu sözleşme Haziran 2019’da kabul edildi. Ancak bugüne kadar bu sözleşmeyi onaylayan bir devlet henüz yok. Bakırcı bu sözleşmenin esas olarak İstanbul Sözleşmesi’ni referans aldığını belirtti.

İstanbul Sözleşmesi İşyerinde Şiddeti De Kapsıyor

Bakırcı öncelikle İstanbul Sözleşmesi’ne dair önemli bir konuya açıklık getirdi. Buna göre Sözleşme’nin en önemli özelliklerinden biri sadece aile içi değil hane içi şiddeti de yasaklaması. Bu, sadece aile bireylerini değil, aynı hanede yaşayan (partner, arkadaş vs.) kişilere yönelik şiddeti de kapsıyor. Sözleşme ev veya hane içerisindeki herkese (kadın, çocuk, erkek) şiddeti yasaklıyor. Türkçeye ‘aile içi şiddet’ olarak çevrilmiş olsa da bu orijinal metinde ‘ev içi şiddet’ olarak geçiyor.

İstanbul Sözleşmesi fiziksel, duygusal/psikolojik ve cinsel şiddetin yanı sıra bir uluslararası belgede ilk kez yer alan ekonomik şiddeti de yasaklıyor. Bakırcı bunun ilk defa bir şiddet biçimi olarak devletlerin de literatürüne girmiş olduğunu belirtti. Bununla birlikte İstanbul Sözleşmesi sadece ev içi veya hane içi şiddeti değil, aynı zamanda kamusal alanda meydana gelen kadınlara yönelik şiddeti de yasaklıyor. Dolayısıyla Sözleşme ev içi ve hane içinde sadece kadınlara değil herkese şiddeti yasaklarken, kamusal alanda sadece kadınlara yönelik şiddeti kapsama alıyor. Bu, işyerinde de kadınlara yönelik şiddetin yasaklanmış olduğu anlamına geliyor. Bu şiddet işyerlerinde özel olarak mobbing ve cinsel taciz olarak ortaya çıkıyor. Bakırcı’ya göre ev içinde kadınların parasız bırakılması, banka kartının elinden alınması, çalışmasına izin verilmemesi ya da her türlü gelirden yoksun bırakılması olarak ortaya çıkan ekonomik şiddet, işyerlerinde ücret eşitsizliği ve kadınların erkeklerden daha az ücret alması olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla işyerlerinde ücret eşitsizliği de ekonomik şiddettir.

İşyerlerinde Kadına Yönelik Şiddet ve Tacizin Önlenmesinde Sendikaların Rolü

Türkiye’de kadınların sendikalaşma oranı yüzde 6 seviyesinde.[3] Kadınların sendikalaşmasının önünde birçok engel var. Bunlar: istihdamın düşüklüğü, mevcut istihdamın küçük işletmelerde yoğunlaşmış olması, kayıt dışı çalışmanın yüksekliği, sendikaların erkek egemen yapıları ve ev içi iş yükü.[4] Nuran Gülenç de sendikaların işçiler için önemli bir örgütlenme alanı olduğunu, ancak mevcut haliyle erkek egemen yapılar olmaya devam ettiklerini belirtti. Sendikalar birçok durumda örgütlenme çalışması yaparken kadınları özne olarak görmüyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden yoksun bir şekilde çalışıyor. İşsizler, güvencesizler, göçmenler, esnek çalışanlar ve kadınlar aslında genel olarak sendikal örgütlenmenin dışında bırakılıyorlar. Gülenç bu somut durum nedeniyle kadınların karşılaştıkları mobbing, taciz ve şiddet gibi sorunların da görülmediğini, hatta inkâr edildiğini ifade etti. Örneğin “Sendikalı erkekler yapmaz” kabulü oldukça yaygın. Oysa Gülenç yıllardır alanda çalıştıkları için bunun gerçeği yansıtmadığını gösteren çok fazla deneyimle karşılaştıklarını vurguladı. Birçok durumda ise taciz gibi durumlar sendikanın hiyerarşik yapısı nedeniyle sendika merkezlerine bile ulaşmıyor ve tabanda kalıyor. Kadınların işten atılıp erkeklerin korunduğu çok sayıda örnek söz konusu. Gülenç İngiltere, Amerika, Güney Afrika ve Japonya’dan bazı istatistikleri de paylaşarak cinsel tacizin yaygınlığını ve tacize uğrama durumunda kadınların çoğu kez işi bıraktığını gösterdi. Aynı zamanda işyerlerinde taciz ve şiddetin önlenmesinde sendikaların harekete geçebilmesi için öncelikle sendikalarda kadın politikası olması gerektiğini vurguladı. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliği, erkeklere işyerlerinde de kadınları taciz edebilecek özgüveni ve rahatlığı veriyor. Hatta erkekler sendikalıysa, sendikanın kendisini koruyacağını bile düşünebiliyorlar.

Öte yandan sendikalarda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama adına bir kadın mücadelesi/feminist mücadele de devam ediyor. Gülenç çalıştığı Birleşik Metal İş Sendikası’nda 2016’dan bu yana verdikleri mücadele sayesinde şiddet ve tacizi sendikanın gündemine getirmeyi başarabildiklerini ifade etti. Bunlardan birisi, IndustiALL’un işyerinde şiddet ve tacizin önlenmesine dair hazırladığı taahhütnamenin imzalanması oldu. Bununla tüm üyelere şiddet ve tacizin kabul edilemez olduğu mesajı veriliyor. Temsilciler Kurulu’nda ‘şiddet ve tacize sıfır tolerans’ kararının alınmasıyla faillerin iş akdinin feshedilmesi de Gülenç açısından sendikalardaki kadınları güçlendiren bir adım oldu. Yine toplumsal cinsiyet eğitimlerinin kadınların yanı sıra erkeklere de verilmeye başlanması olumlu bir gelişme olarak görülüyor. Gülenç sendikalarda kadın komisyonlarının mevcut olmasının taciz ve şiddeti ortaya çıkarmadaki kolaylaştırıcı rolüne dikkat çekti. İşyeri komitelerinin ve şubelerde kadın komisyonlarının kurulması gerektiğini ifade etti.

Kadın İşçilerin Sorunları: İşyerlerinden Deneyimler

Fikriye Sarıgül otuz yıldır çalıştığı atölyelerden ve fabrikalardan deneyimler aktararak işyerlerinde sendikasız kadınların, sendikalı kadınların, göçmen kadınların ve çocuk işçilerin katmerleşmiş sorunlarına dair bir çerçeve çizdi ve kadınların ev içindeki iş ve bakım yüklerinin özel olarak çalışma hayatlarını nasıl etkilediğine dair alanda yaşadığı ve karşılaştığı deneyimleri aktardı. Yemek molalarında evdeki hasta eşine bakmaya gidip daha sonra işe dönen bir kadın işçiyi gördüğünde, bakım emeğinin toplumsallaşamamasının kadın çalışanlar üzerinde yarattığı baskıyı ve belki iş kazalarına neden olduğu gerçeğini fark ettiğini ifade etti. Sarıgül işyerlerinde kadınlar şiddete maruz kaldıklarında herkesin sessiz ve tepkisiz kaldığını, kadınların evdeki sorumluluklarıyla birlikte eve para götürme zorunluluğu nedeniyle çoğu kere yaşadıkları şiddet karşısında eyleme geçemediklerini söyledi. Bu durum özellikle kadın işçilerin işyerlerinde maruz kaldıkları şiddeti normalleştiriyor ve meşrulaştırıyor. Kadınlar ev içindeki şiddetle birlikte işyerinde de şiddete maruz kalmaya devam ediyorlar. Sarıgül durum böyleyken ‘ekonomik bağımsızlık’ kavramını tartışmanın bazen anlamsız kaldığını, önce bununla mücadele etmek gerektiğini düşündüğünü söyledi. Özellikle örgütsüz işyerlerinde mobbing, taciz, küfür ve hakaretin kontrolsüz bir şekilde yapıldığı, kadınlara uluorta, açık bir şekilde sürekli hakaret edildiği işyerlerini örnek vererek buna karşı süren sessizliği ve tepkisizliği eleştirdi. Erkeklerin işyerlerinde kendilerine göre bir sistem kurduklarını ve kadınların buna uymak zorunda kaldığını ifade etti. Tacize karşı ses çıkardıklarında ise patronların “Sizin feminist duygularınız çok kabarmış, ben ne yapayım” dediğini aktardı. Bu nedenle kadınların işyerlerinde yaşadıkları erkek şiddeti ve taciz hasıraltı edilerek bireysel sorunlar olarak kodlanıyor.

Bununla birlikte göçmen ve mülteci kadınlara da tacizin çok fazla yöneldiğini aktaran Sarıgül, bunun sonucunda birçoğunun dayanamayıp işten ayrıldığını söyledi. Kadınlara bu meseleyi daha çok gündeme alma çağrısı yaptı.

Forum: İşyerleri Kadınlar İçin Nasıl Güvenli Hale Gelebilir?

İşyerinde taciz, şiddet ve mobbingin yaygınlığını görmek hem deneyimlerin ortaya konmasını hem de nasıl bir mücadele yürütüleceği üzerine düşünmeyi gerekli kılıyor. Kadın istihdamının düşüklüğü, bunun içinde formel çalışmanın daha düşük olması çoğu zaman bu meselenin tüm kadınları ilgilendirmediği algısına neden olsa da, sadece işyerlerinde tacize uğrama korkusunun kendisi bile kadınların işe girmeme nedenlerinden biri olabiliyor. Dolayısıyla kadınların çalışma hakkı ‘dolaylı’ bir yoldan ellerinden alınmış alıyor. Kadınlar buna maruz kaldıklarında ise iş yaşamından ayrılmak zorunda kalabiliyor ve travma yaşayabiliyorlar. Çünkü toplantıya katılan birçok kadının deneyimlerinde de görüldüğü üzere, işyerlerinde bu sorunları önleyecek mekanizmalar olmadığı gibi, şiddet ve taciz durumlarında olayın örtbas edilmesi, erkeklerin korunması ve işten çıkanın kadınlar olması son derece yaygın bir durum. Bu panel her şeyden önce bu sorunların hem ne kadar yaygın olduğunu hem de buna yönelik bir kadın mücadelesinin elzemliğini ortaya koydu.

Kadınlar Anlatıyor: Kötü Çalışma Koşulları, Düşük Ücret, Cinsiyet Ayrımcılığı

Uzun çalışma saatleri, çalışma koşullarının sağlıksız olması, oluşan meslek hastalıkları kadın çalışanlar açısından çalışma hayatını zorlaştıran ve katlanılmaz hale getiren nedenler arasında. Bu bağlamda işçi sağlığı iş güvenliği eğitimleri gerekli olsa da, panele katılan bazı kadın işçiler bu eğitimlerin pratikte sadece göstermelik yapıldığını söylediler:

Bize iş güvenliği uzmanlığı geliyordu ayda bir, eğitim verecekti. Ama biz hiç o eğitimleri görmedik. Ama her ay bir sınava tabi tutuluyorduk. Eğitimi almadığımız için hiçbir şey bilmiyoruz ve doğru şıkkı bilemiyoruz. İş güvenliği uzmanı bizim yerimize şıkları cevaplıyor, sadece bir ya da iki tanesini bize bırakıyordu. Böyle sıkıntılarla karşı karşıya kaldık.

Türkiye’de çalışma koşulları işgücü piyasasının sürekli esnekleştirilmesiyle, örgütlenmenin engellenmesiyle, aşırı çalışma saatleri ve emeğin ucuzlatılmasıyla giderek daha kötü bir duruma geliyor. Panele katılan kadın işçiler çalışma koşullarının insani olmadığını çok sık vurguladılar. Örneğin bir tekstil işçisi çalıştıkları yerin kışın bile 40-50 derece olduğunu, buna yönelik hiçbir şey yapılmadığını söyledi:

Bizim fabrikaya iş güvenliği uzmanları geliyordu. Çalıştığım yer çok sıcak, yazın insanlar fenalık geçiriyor, bayılanlar tansiyonu düşenler oluyor. Biz bunu dile getirdiğimizde bizim iş güvenliği uzmanımız fabrikamıza basit bir klimayı bile getiremedi. Çok basit bir şeydi ama patronlara karşı çıkıp da hiçbir zaman bizi savunmadılar.  Biz de sınavlardan geçiyoruz ama ben yıllarca orada çalışmama rağmen hiçbir sınavı görmedim.

Çalışma koşullarının ağır olması sinir sıkışması, fıtık, boyun düzleşmesi gibi hastalıklara yol açıyor. Bununla birlikte kadınlar erkek işçiler, ustabaşılar ve patronlar tarafından tacize maruz kaldıklarını, mobbingin çok yoğun olduğunu, işyerlerinde cinsiyetçi söylemlerin çok sık kullanıldığını ve kadınların aşağılandığını aktardırlar. Tüm bunlar tıpkı Fikriye Sarıgül’ün ifade ettiği gibi işyerlerinde de erkeklerin erkek egemen bir sistem kurduklarını ve kadınları buna maruz bıraktıklarını gösteriyor. Halihazırda ücretli çalışma hayatının koşullarının kötülüğü cinsiyet ayrımcılığı ile birleşince kadınların çalışma hayatında kalma pozisyonları giderek zorlaşıyor. Tekstil sektöründe çalışmış bir kadın, yıllar içinde çalışma koşullarının iyileşmesi bir yana, kadınlar için nasıl kötüleştiğini şöyle ifade etti:

Uzunca bir süre tekstil sektöründe çalıştım. Tekstil sektöründe kadınların şöyle sıkıntıları oluyor; erkekler sigara içmek istedikleri zaman istedikleri saatte çıkıp sigara içebiliyorlar, ama kadınlar lavaboya bile gidemiyor. Tuvalet yasağımız da vardı. Erkekler Cuma’ya gittiklerinde ekstradan bir saat mola yapıyorlardı, kadınlar yapmıyordu. Sanki bize Cuma değil de biz farklı bir gündeymişiz gibi (…) Tekstilde özellikle mobbing çok ciddi şekilde var. Kadın biraz daha güzel ve gençse bir şey gösterme bahanesiyle dokunmak için daha yakın temaslarda bulunmalar falan oluyordu.

Panele katılan VIP Giyim[5] işçilerinden biri yıllarca çalıştığı tekstil sektöründe kadınların erkeklerden her zaman daha düşük ücret aldıklarını, emeklerinin karşılığını almak istediklerini söylediklerinde ise cinsiyetçi söylemlere ve tacize maruz kaldıklarını söyledi:

Ben VIP tekstil çalışanlarındanım. Sözde kadın-erkek eşitliği var ama tekstil sektöründe erkekler bir tık daha önde. Mesela bizim çalıştığımız fabrikalarda erkek çalışanlar bize oranla daha yüksek maaş alıyordu. Ben orada 22 sene çalıştım ama ben en düşük maaşla çalışıyordum. Bunu dile getirdiğimde bana söylenen savunma şuydu: Onlar ev geçindiriyorlar. Sen kadın çalışansın, saçını boyayacaksın veya kıyafet alacaksın. Erkek çalışanlar benden 400-500 lira fazla alıyorlardı, ev geçindirdikleri içinmiş! Taciz kısmına geldiğimiz zaman da, ‘emeğimin karşılığını almak istiyorum’ dediğin zaman ‘akşam bir yemeğe çıkalım ya da bir çaya çıkalım istediğin her şey olur’, diyorlar. E şimdi ben kadınım savunmasızım.  Evet, biz 570 kişi çalışıyoruz ama kameraların olmadığı yerlerde, hiç kimsenin olmadığı yerlerde [yapıyorlar]. Orada çalışanların çoğu kadın; ustabaşıları, şefler, patronlar erkek.

Bu durum işgücü piyasasının cinsiyete göre bölünmüş yapısını, kadınların erkeklerle aynı işi yapsalar bile aynı ücreti alamadıklarını ve tacizin ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor. Örneğin bir başka kadın işçi kadın işçi “Kadın istihdamını artırmak istiyoruz diye kadınları işe alıyorlar. Ama aslında kadın istihdamını artırmak için değil. Kadınlara daha az ücret verdikleri için daha çok kadınlar tercih ediliyor.” diyerek bu gerçekliği ifade etti.

Hizmetler ve sağlık sektöründen deneyimler ise çalışan kadınlar açısından başka bir yük biçimini daha gösteriyor. Burada hizmetin biçimi ve ulaştığı kitlenin farklı olması, bu sektörlerde çalışan kadınlar açısından yeni sorunlar getiriyor:

Kadınların yüzde 40’ı hizmet sektöründe çalışıyor. Hizmet sektörünün önemli bir sorunu var. İşin müşteri kısmı, hizmet alan kişilerin olması kadınları kırılgan hale getiriyor işçi sağlığı bakımından. Hem duygusal olarak hem de belli zorunluluklar (iyi görünme vs.) ayrı bir yük. Kadınlar hizmet veren durumda olduğu için her zaman küçük düşürücü, ayrımcı, onur zedeleyici tavırlarla karşı karşıya kalıyorlar. Bunun ciddi bir duygusal yükü oluyor. Bu ciddi anlamda ruh sağlığını, akıl sağlığını etkilediği için başlı başına bir işçi sağlığı sorunu haline dönüşüyor. Diğer yandan [sağlık sektöründe] başka bir duygusal emek boyutu var; mesela şefkat. Bu bazen kadınları tacize daha açık bir hale de getiriyor, ayrımcı hareketlere maruz kalmalarına neden olabiliyor. Bazen de bir yıpranma ve çöküntüye neden oluyor. Ruh sağlığının bozulması hiçbir şekilde meslek hastalığı olarak değerlendirilmiyor. Evdeki sorumlulukların üzerine bu yükler ciddi bir yıpranma getiriyor.

Katılımcılardan biri bunun üzerine hemşirelerle yapılan bir araştırmanın verilerini aktararak, bu araştırmaya göre hastaların erkek hemşirelerden sadece işlerini yapmalarını beklerken kadın hemşirelerden şefkat beklediklerini ve bunu alamadıklarında kadınları duygusuz olmakla suçladıklarını söyledi. Dolayısıyla kadınlar bir yandan evde bakım bekleyen kişilerin hem duygusal hem fiziksel ihtiyaçlarını karşılaşırken, belli iş kollarında yine cinsiyet temelli beklentilerle karşılaşıyorlar.

Beyaz yakalılar açısından sorunlar ise işin mesai dışında evde de devam ettirilmesi; örneğin işten eve gitmek, evdeki işleri halletmek ve bunun üzerine tekrar ofis işini devam ettirmek oldukça yaygın bir durum. Bu strese ve stres nedeniyle bel ve kas ağrısı gibi hastalıklara neden oluyor. Çeşitlenen, değişen ve buna uygun hale gelmesi için sürekli esnekleştirilen emek biçimleri ve bunun getirdiği yeni yükler kadın çalışanlar açısından mesai içinde mesai, mesai ardına mesai, görülmeyen meslek hastalıkları ve çöküntü anlamına geliyor.

Sendikalaşma ve Örgütlenme Önündeki Engeller

Kadınların aktarımları sendikasız ve örgütsüz işyerlerinde durumun daha kötü olduğunu gösterdi. Öte yandan anayasal bir hak olmasına rağmen, patronların sendikalaştıkları gerekçesiyle işçileri işten atmaları son zamanlarda çok sık karşılaştığımız bir durum. Bunlardan biri de Darıca’da faaliyet gösteren VIP Giyim. Deriteks Sendikası’nda örgütlenen VIP tekstil işçileri kendi sendikalaşma süreçlerini ve sendikalaşma nedeniyle işten nasıl atıldıklarını anlattılar. Buna göre sendikalaşma girişimi başlayınca patronlar işçiler üzerinde ciddi bir psikolojik baskı, hatta fiziksel şiddet uygulamaya başladılar ve bazı işçilerin e-devlet şifrelerini alıp sendikalılık durumlarını kontrol ederek baskı uyguladılar. 20 yılı aşkın süredir VIP Tekstil’de çalışan bir kadın işçinin anlatımıyla:

Artık koşullar çok ağır gelmeye başladı. Çünkü emeğimin karşılığını alamıyordum. Sendika çalışmaları başladı. Biz sendika çalışmalarını başlattığımızda bizi içeriye sağ olsunlar arkadaşlarımız ispiyonladılar, haklarımızı arayacağımızı bildikleri için. Ve küçülmeye gidiyoruz diye bizi işten çıkardılar.  Biz normalde 180 kişiyi üye yapmıştık. Yaklaşık 50-60 arkadaşımızın da zorla, tehditle, şiddetle e-devlet şifrelerini zorla alıp sendika üyeliklerini kontrol ediyorlar. Üye olanları işten çıkarmakla tehdit ediyorlar. Ya üyeliğini iptal edeceksin ya işinden olacaksın. Tabii çoğunluk kadın olduğu için kadınlarda müdahale edemedikleri için, ezilmeye sanki mahkumlarmış gibi… Şu an içeride hala psikolojik baskı devam ediyor. İnsanlara emeklerinin karşılığı verilmiyor hiçbir zaman.

Nasıl bir mücadele?

Katılımcılardan biri “Kırk yıl önce de aynı şeyleri aynı sorunları dinliyorduk. Hala da aynı şeyler devam ediyor.” diyerek mücadele yöntemlerini konuşmamız gerektiğini belirtti. Örneğin sendikalar iyi işler yapıyor olsalar da bunun yeterli olup olmadığı tartışıldı. Başka bir katılımcı bunun için en temelde bir feminist mücadele geliştirmek gerektiğini söyledi. Ancak burada sorun olarak belirtilen noktalardan biri, kadın emeği ve istihdamı meselesinin feminist hareketin gündemine yeterli bir şekilde girmemesi ve emek konusunda mücadele yürüten bağımsız feministlerin hep sayıca az kalması oldu. Örneğin 2008 ve 2011 arası Novamed ve Desa grevleri feministlerin de eylemliliğini artıran deneyimler olmuştu, ancak bugün bu alan daralmış durumda. Bu nedenle hem sendikalarda kadın mücadelesi veren kadınları güçlendirecek hem de feministlerin daha güçlü temas kuracağı bir alana ihtiyaç olduğu konusunda ortak bir kanı oluştu. Çünkü bir yandan kadın işçilerin mücadelesi kadın hareketinin dayanışması ile temas ettiğinde ivme kazanıyor ve mücadele güçleniyor. Örneğin Fikriye Sarıgül önceki dönemlerdeki grevlerde kadın dayanışmasının verdiği enerjinin anlamının çok büyük olduğunu belirtti. Bu bağlamda hem kadın emeği konulu toplantıların daha geniş ölçekte yapılması hem de sendikaların mevcut halinin de sorgulanarak bir kadın sendikası girişimine ihtiyaç duyulduğu belirtildi.

[1] DİSKAR İşsizlik ve İstihdam Raporu, 16 Ekim 2019, http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2019/10/DISK-AR-Ekim-2019-Istihdam-Issizlik-Raporu.pdf

[2] ILO, İşyerinde şiddet ve tacizle mücadeleye yönelik yeni uluslararası çalışma standardı kabul edildi. https://www.ilo.org/ankara/news/WCMS_711551/lang–tr/index.htm

[3] DİSK-AR, Türkiye’de Kadın İşçi Gerçeği: Daha Fazla Ayrımcılık, Düşük Ücret, Güvencesiz İstihdam, 7 Mart 2018.

[4] KEİG, Kriz, Kadınlar ve Kadın Emeği Forumu Raporu, 2019, http://www.keig.org/kriz-kadinlar-ve-kadin-emegi-forumu-raporu/

[5] Darıca’da faaliyet gösteren VIP Giyim sendikalaştıkları için çoğu kadın olan işçileri işten çıkardı. https://www.evrensel.net/haber/387348/vip-giyim-iscileri-baskilara-ragmen-sendika-hakki-icin-mucadele-ediyoruz

Panel notlarını PDF dosyası olarak indirmek için tıklayın.

Şunlar İlginizi Çekebilir...